“ 12 Eylül anayasa ile aşılabir mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

2005 darbenin, geçen yıl Anayasanın 25. yılı idi. Bu yıl ise, TBMM seçimleri sonucu olağan yönetime geçişin 25. yılı. Bu dönemin yaklaşık yirmi yılına “anayasal onarım” damgasını vurdu. Anayasa’yı yenileme söylemi ise sözde kaldı.

Gerçi, değişik örgüt ve kuruluşların somut çalışmaları, kayda değer. Öyle ki, birçok “anayasal metin” yazıldı. Hatta bu yönde gösterilen çabaların ürünleri, karşılaştırmalı anayasa hukuku için bile malzeme oluşturabilir.

Ne var ki, bu birikim ve zenginliği resmiyete dönüştürecek siyasal irade ortaya çıkmadı. Hatta siyasal girişimle başlatılan bir çalışma (AKP taslağı), yine kendisince küllendirildi.

“Anayasal tamirat” çok sayıda , hatta sayı vermek bile zorlaştı. Çünkü, insan hakları ve demokratikleşme yönündeki değişikliklerde itici güç, Avrupa oldu. Diğerleri ise, daha çok parti çıkarları ve kişisel hesaplar hedefinde, yüze göze bulaştırıldı. Bu nedenle bunlar, sorunlara çözüm üretmekten çok, yenilerini yarattı, mevcutları derinleştirdi. CB seçimine ve türban sorununa ilişkin değişiklikler, örnek. Tıpkı 1982 için kullanılan “anayasa içinde anayasa” gibi, burada da ”değişiklik içinde değişiklik”, niceliği bile sakatladı..

Siyasal irade ergin değil mi? Toplumsal beklentiler ile resmi tavır arasındaki açının genişliği, anayasanın yenilenmesine engel. Değiştirmede ise, Avrupa itkisi ile kotarılanlar hariç, genellikle Anayasayı “siyasal araç” olarak kullanmaktan ibaret. Kısacası, kurulu iktidar TBMM çoğunluğunun, türev kurucu iktidar sıfatıyla görev yapması,-adeta kısıtlılık hali-, yapılan “anayasal onarım”ı bile bozdu.

Oydaşma var: Siyasal düzlemde ilk üç parti arasında fark yok. Şöyle ki, CHP ve MHP, anayasal yenilenmeye açıkça karşı, AKP ise sözde taraftar. Ama bunu ciddiye alacak hiçbir belirti yok. Aslında 1982 Anayasası ile AKP’nin iktidar ve yönetim anlayışı örtüşmekte. Bu nedenle, Avrupa’nın beklentisi ve kendisini “demokrasi” adına destekleyen çevreler karşısında yenilemeye istekli görünse de, 12 Eylül ruhunu sürdürmeden yana. Dolayısıyla, “AKP-CHP-MHP” arasında “anayasayı yenilememe” konusunda bir konsensus mevcut.

Emekçi örgütlerin ‘gizil’ gücü: Siyasal çoğunluk arasındaki bu ittifakı, ancak toplumsal dinamikler bozabilirdi. Nasıl? Toplumun örgütlü kesimleri, anayasal taleplerini gündeme çıkararak. Aslında bu yönde çalışmalar olmadı değil. Tam bir yıl önce 7 meslek örgütü bir araya geldi: DİSK, KESK, TMMOB, TÜRMOB, TTB, TDB ve TEB.

Temsilcilerinin de dahil olduğu bir uzmanlar kurulu oluşturarak, anayasanın yenilenmesi gereği yönündeki ortak iradelerini, 12 Eylül günü kamuoyuna açıkladılar. Cinsiyet eşitliği ilkesine dayanan kurul, şu sorulara yanıt aramakla işe koyuldu:

1.- 1982 Anayasası neden yenilenmeli?

2.- Olağan bir dönemde anayasa için “yeni” ne anlama gelir? Kurallar, kurumlar ve denge mekanizmaları yönünden, 1982’nin yerine konacak anayasada, -etik temel dahil- neler yeni olmalıdır?

3.- İlk iki başlık altında irdelenen sorunlar ışığında yeni anayasanın içeriği nasıl belirlenmeli?

Son soruda üç etken baskın geldi: Türkiye’nin durumu, her üyenin birikimi ve görüşü, paydaş örgütlerin duyarlılığı.

Ülkemizin dünü, bugünü ve yarını, dünyadaki gelişmeler ışığında, anayasa hukuku ve siyaset bilimi açısından irdelendi. Bu çerçevede, üyeler ve paydaş örgütler arasında görüş ayrılıklarını uzlaşmaya dönüştürmede, tartışma ve saydamlık ilkeleri belirleyici oldu. Yeni kurumlar ve denge mekanizmaları, ama daha çok yeni kurallar üzerindeki hararetli tartışmalar, asgari “ortak paydalar”a yönlendirilmeye çalışıldı…Yeni anayasayı hazırlama yöntemi ve bunun için ayrı bir meclis önerisi, gerekçeleriyle birlikte somutlaştırıldı.

Bu yolla ortaya çıkan “Demokratik-sosyal-eşitlikçi bir Anayasa için Temel İlkeler Raporu”, sonuçta bir “uzlaşma metni”. Tıpkı bir “uzlaşma ve sentez metni” olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi. 60. yılında bile insanoğlu böyle bir belgeyi yazma eşiğinden çok uzak…

Şu iki özellik, Temel İlkeler Raporu’nun değerini pekiştirir , ilk olma özelliğini de:

-uzun bir çalışmanın ve yoğun bir emeğin ürünü olması,

-emekçi ve çalışan kesimlerin, yani zinde güçlerin desteğiyle kotarılmış olması.

Kuşkusuz bu metnin kamuoyu ile yarın paylaşılması, sembolik bir anlam taşıyacaktı. Ne var ki, meslek örgütlerinin ve çalışanların emeği, halen “gizil” güç aşamasında. Oysa, yeni anayasa arayışını “söylem ve sanal” olmaktan çıkaracak olan başlıca güç, toplumun kendisi. Bunun bağrında yer alan emekçiler ve meslek örgütleri, tarihsel sorumlulukla karşı karşıya:12 Eylül’ü, 28. yılında anayasa ile aşma yolunu zorlamak…

Yoruma kapalı.