“ Açılım ve Anayasa: İki kötüye kullanım ”

- Devamı için tıklayınız -

Hiçbir neden, başkasının yaşamına son vermeyi haklı kılamaz. Bunun içindir ki, idamın kaldırılması, barış dönemiyle sınırlı tutulmaz; savaş durumu dahil, her koşulda yaşam güvencesi esastır. Eğer kutsal bir değer varsa, o da yaşam hakkı ve yaşamın kendisidir. Bu yaklaşım tarzı, yaşama yönelik tehlike ve tehditleri azaltıcı önlemler üzerinde düşünme gereğini ortadan kaldırmaz. Tam tersine, üzerinde daha çok düşünmeyi zorunlu kılar.

Gediktepe’den Halkalı’ya…, yağan kurşunlar ve patlayan bombalar altında onlarca kişinin ölmesinden kim sorumlu? Genel bir yanıtla, “hepimiz” denebilir. Fakat hukukî ve siyasal sorumluluk, başta hükümet olmak üzere devlet organlarına ve yöneticilere ait. Bu “can alıcı” sorunun, açılımlar bakımından anlamı ne?

Kürt açılımı: Önce “Kürt”, “sonra demokratik”, nihayet “barış ve kardeşlik” açılımı dendi. Fakat ne Kürtler, ne de demokrasi adına somut adımlar atılabildi, söylem dışında. Belleklerde kalan başlıca iki olay: Habur kapısından topluca giren bir grup PKK’li Kürt, bayram havasında törenlerle karşılandı. Ama geçen günlerde, onların önemli bir kısmı tutuklandı. Siyasal gösteri niteliğindeki ilki, fazla abartılıydı ve ülke genelinde ciddi rahatsızlıklar yarattı. Toplu tutuklama, gelenlerin söz ve açıklamalarına bağlandığına göre, bunu kabul etmek de zor. Her ikisinde de yargı organları belirleyici olduğuna göre, Kürt açılımında yapılan hatalarda, hükümet yalnız değil…

Anayasal açılım: 25 maddelik Anayasa değişikliği, “demokratik açılım”a tamamen yabancı. Bırakın, etnisite motifli 1982 Anayasası’na biraz kucaklayıcı bir özellik kazandırmayı, tam tersine, ruhunu pekiştirici düzenlemeler var. Başlangıç kısmından bir-iki ayıklama, yurttaşlık tanımında bir adım bile rahatlatıcı etkiler yaratabilirdi. Ne gezer! Kültürel açılım bir yana, yüzde 10’luk barajın esnetilmesi yolunda en ufak belirti yok.

Özetle, her iki açılım, girişimcileri tarafından kötüye kullanıldı… Hiç kuşkusuz, bu durum, şiddeti meşru göstermeye çalışan bazı BDP milletvekillerini hiçbir şekilde haklı çıkarmaz.

Profesyonel ordu: Ağustos 1984 saldırısından bu yana süregelen çatışmalar, sıkça “profesyonel ordu” gereğini gündeme getirdi. Ama statüko hiç değişmedi. Sonraki yıllarda doğanlar bile, büyüdü, askerlik çağına ulaştı; cepheye gitti, öldürüldü, ama profesyonel ordu yolunda somut bir adım atmak yerine, hep “kanı yerde kalmayacak” söylemi baskın geldi. Bunlar yetmiyormuş gibi, ABD ve Birleşik Krallık’ça başlatılan gayri meşru ve kirli Irak savaşına neredeyse topraklarımızı açacaktık; mehmetçiği Irak cehennemine gönderecektik. Ne de büyük nutuklar atılmıştı politik zevatça, “Türkiye vizyonu” oluşturma yolunda…

Yargıda yüzde kaç demokrasi? Anayasa Mahkemesi ve HSYK, “demokrasi adına” yeniden yapılandırıldı. Seçmen tabanını genişletme, demokrasinin başlıca ölçütü olacaktı. Nasıl yapıldı? AYM için; TBMM’nin 3 üyeyi seçmesi dışında, bütün üyeler Cumhurbaşkanı’nca seçilip atanacak. Öneri yapan kurumlar bir üye için üç aday gösterecek, ama bir kişi için oy kullanılabilecek…

HSYK için ise, daha az demokrasi: “Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adli ve idari yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir…”.

“Her seçmen sadece bir aday için oy kullanır”: 7 asıl ve 4 yedek üye seçecek olan adlî yargı hâkim ve savcıları, 11 değil, sadece bir aday için oy kullanacak; 3 asıl ve 2 yedek üye seçecek olan idarî yargı hâkim ve savcıları ise, 5 ayrı oy değil, sadece bir aday için oy kullanacak. Bu ayrımı, geçici madde, ilk seçimler için yapmış bulunuyor. Buna karşılık, md. 159’un yeni şekli böyle bir ayrımı yapmadığı için, her seçmen toplam 16 üye seçmek için sadece bir aday için oy kullanacak…

Eğer bu demokrasi ise, 1/16 veya en iyi olasılıkla 1/11’lik olanından söz edilebilir ancak. Yüzde on barajlı “eksik demokrasi”yi hazmeden TBMM üyeleri, yargıya çok daha azını reva görebiliyor.

Kısacası, ne Kürt açılımında, ne de Anayasa değişikliğinde demokrasi var. Burada asıl düşündürücü olan, “Anayasa paketi”ni “demokrasi adına” kayıtsız-koşulsuz destekleyenlerin, bu çarpık düzenlemeyi içlerine nasıl sindirebildikleri…

Sonuç: Temsilciler, seçmenleri aptal yerine koymaktan vazgeçtikleri zaman, seçmenlerin yaşamı onların gözünde korunmaya değer görülebilecektir…

• • •

İlhan Selçuk’a saygı ile; nur içinde yatsın!

Yoruma kapalı.