ADLİ YARGI HİZMETİNDE HAKİM İÇİN…

ÂDİL YARGI HİZMETİNDE HÂKİM İÇİN…

“Yargılamanın yenilenmesi” hedefinde yapılan girişimler, “âdil yargılanma hakkı” güvenceleri üzerine etraflı düşünme ve görüş oluşturma gereğini gündeme çıkarmakta. Konunun iki ana boyutu var:

1) Siyasal boyut: Son üç yasama döneminde, “28 Şubat süreci” ile hesaplaşma adına, devlet yönetimi ve hukukî düzenlemelerde, toplumun gereksinimleri ve çağın gereklerini dikkate alma yerine, din ve mezhep temelinde eğilimler öne çıktı. Bu yöndeki zorlamalar, “Cemaat-İmam Hatip” ittifakıyla kotarılmış olup, Devlet yönetimini hukukî ve anayasal düzen ekseni dışına çıkarmış bulunuyor. Şimdilerde, “çeteleşen devlet” veya “paralel idare” söylemini dillerine pelesenk edenler, aslında, değinilen hukuk-dışı ittifak yoluyla “iktidara gelen Parti” yöneticileri ve çömezlerinden başkası değil. Bir çete ve paralel yönetim varsa, bunlar, sadece “kendi adamları” ile çalışmayı tercih eden siyasal çoğunluğun bilgi ve oluru dışında gerçekleşemezdi.

Bir de, MİT’e ait olduğu gerekçesiyle aratılmayan “TIR olayı” var ki, bu hukukla açıklanamaz; ancak “derin Devlet” kavramı ile anlamlı kılınabilir. Kuşkusuz, buradaki “derin Devlet”, ülkemizde, son yıllara kadar öteden beri varlığına işaret edilen değil, AKP iktidarı tarafından yaratılan bir “derin devlet” olabilir ancak. Geçen yıllarda, en belirgin simge, “Özel Harp Dairesi” idi; şimdi ise, “MİT” oldu. AK Parti iktidarları, kendi dışında oluşan “derin Devlet”i tasfiye etmekle övünürken, şimdi anlaşılan, kendi “derin Devleti”ni kurmuş bulunuyor; üstelik, bunun etkinliklerini savaş mekânına kadar taşıyabiliyor. Bu, o denli tehlikeli bir oluşum ki, sadece Türkiye’yi hukuk zemini dışına çıkarmakla kalmayıp, uluslararası sorumluluk ve yargı bakımından ciddi sonuçlar yaratma riski de taşımakta.

2) Hukukî boyut: Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi büyük siyasal davalarda “yargılamanın yenilenmesi” veya Yargıtay Ceza Genel Kurulu çözüm olabilir mi? Tartışılabilir. Ama, devlet örgütü ve hukukî yapı gözden geçirilmeden “âdil yargı hakkı” güvence altına alınamaz. Hukuk fakülteleri, yargı mesleğine giriş, mesleki ilerleme kuralları ve üst kurullar vb aşamalı bir düzeltim sürecini kapsamına almalı.

– Hukuk fakülteleri: Türkiye’de kaç hukuk fakültesi var? Bilmiyorum. Öğrenim kalitesinin vasatın altında olduğu ise biliniyor. Başka bir anlatımla, nicelik önde ama nitelik tamamen arka planda. Öğretim üye ve yardımcıları bakımından, kadro sorunundan yönetim birimlerinde görevlendirmeye kadar hemen herşey, “iktidar eksenli” bir tercih ve yapılanmaya dayanıyor. Bu nedenle, hukuk eğitim ve öğrenimi çağdaş gelişmeler ışığında nitelik temelinde yeniden düzenlenmedikçe, diploma, hukukî formasyon için yeterli olmayacak.

– Yargı mesleğine giriş: Adalet Bakanlığınca kotarılan sınav sorularında “insan hakları” üzerine bağımsız soru kategorisi bile yok. Tamamen göstermelik olan mülakat sınavında, “referans” ( adamını bulma) belirleyici. Haliyle, test sınavında üst sıralarda yer alanlar değil, çoğunlukla vasatın altında kalanlar mesleğe kabul edilmekte. Bu nedenle, hâkimlik ve savcılık mesleğine giriş, hukuk fakülteleri-Adalet Bakanlığı ve Adalet Akademisi işbirliği çerçevesinde oluşturulacak “karma kurul”lar tarafından düzenlenmeli. Böylece, “adam kayırma” değil, “bilgi ve liyakat” ilkesi öne çıkabilecek.

– Yargı mesleği: Meslekte ilerleme ve yükselmede Bakanlık tasarrufu yerine, nesnel kurallar öne çıkmalı; sav-savunma ve hüküm üçlüsü, kendi işlevleri doğrultusunda ayrıştırılmalı; ama, yüksek kurullar da, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi birbirinden ayrılmalı. Üyelerin belirlenmesinde, demokratik usûller kadar, nitelikli çoğunluk kuralı da gözetilmeli. Bu kurulların oluşum ve işleyişinde Adalet Bakanlığı’nın yetkileri en aza indirilmeli.

– Yargı düzeni: Özel yetkili mahkemeler ve terörle mücadele mahkemeleri gibi, olağan-dışı yargı mercileri hemen kaldırılmalı. Bunlar yerine, istinaf mahkemeleri faaliyete geçirilmeli. Adlî kolluk ise, zaman geçirilmeden kurulmalı.

– Meslek örgütleri: Dernek ve sendika şeklindeki meslek örgütleri üzerindeki siyasal, idarî ve yargısal baskılara hemen son verilmeli; hâkim ve savcıların örgütlenme hakkı güvence altına alınmalı. (…)

Burada değinilen siyasal ve hukukî önlemler birlikte düşünülmez ve uygulamaya geçirilmez ise, yargılamanın yenilenmesi vb yollar, eğreti bir çözümün ötesine geçemez. Dahası, söz konusu kapsama alınmayan diğer davalar bakımından da kamu vicdanını yaralayabilir. Ayrıca bunlar, yolsuzluk iddiaları üzerinde “şal örtme” vesilesi olarak kullanılmamalı… Şu halde asıl hedef, “âdil yargılanma hakkı” koşullarını oluşturmak olmalı.

Yoruma kapalı.