“ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ AMACINA ULAŞTI 2+6+2 ”

- Devamı İçin Tıklayınız -

            12 Eylül 2010’da halkoylaması ile kotarılan Anayasa değişiklikleri, 2 yıllık uygulamada amaç yönünden teyit edildi. İki yıl önce savunulan iki görüş:

         “Evetçiler”: “vesayetçi rejim” bitecek, “özgürlükler alanı” genişleyecek, yeni anayasanın yolu açılacak…

           Karşı çıkanlar: Anayasa Mahkemesi (AYM) ve HSYK üzerinde iktidar partisi vesayeti kurulacak, özgürlüklere ilişkin düzenlemeler eksik, çelişkili ve göstermelik; bunlar, yeni anayasanın önünü kapatacak.

           Uygulama, hangi görüşü  doğruladı?

           Olması gereken: düzenleme yapılan özgürlükler için yasalar çıkarmak. Hedef, özgürlükler alanını genişletmek olduğuna göre, uygulamada iyileşme, yasal düzenlemeler ötesinde, insan haklarına genel olarak yansıyacak. Bunlar gerçekleşti mi?

           Yasal düzenleme sayısı üçte kaldı: hemen alelacele kotarılan, AYM ve HSYK yasalarıyla “çoğunlukçu vesayet”, beklenenin de ötesinde pekişti.

           Yeni çıkarılan kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkına ilişkin yasa ise, ilk kez uygulandı. “Toplu sözleşme” adına getirilen “hak”, 1995’te tanınan “toplu görüşme” olanağının gerisine düştü. Bakanlar kurulunun yetkisi, “hakem heyeti” adı altında bürokratlara havale edilmiş oldu…

            “Grev yasakları kaldırılıyor, kamu görevlileri grevi yasaklanmıyor ki, vb”  söylemlerin tam tersine, kamu görevlileri grevi bir yana, THY çalışanlarının grev hakkı yasaklandı, anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı bir biçimde.

             Eşitlik ilkesi kadınlar lehine pekiştirilirken, kişisel verilerin korunması öngörülürken, yapılanlar, bunlarla taban tabana zıt: “kürtaj hakkı” geri alınmaya çalışılıyor; bunu yaparken, erkekler, kadınları sürekli aşağılıyor, rencide ediyor. İnsan haklarını “geriye götürmeme ilkesi” unutuluyor.

              “Ben başbakan olarak her alana karışırım!” söylemi, iktidarın mutlak, ama özgürlük anlayışının “ 0” eşiği anlamına geliyor.

              Bunlar neyi gösteriyor?  Anayasa değişikliklerini yasalar yoluyla uygulamaya geçirmek yerine, hiç hesapta olmayan yeni yasalarla hak ve özgürlük alanları, giderek daraltıldı…

             Mesela, “fetus”a kişilik tanımak isteyen bir zihniyet, 5 yaşındaki kişiye, -okula göndererek- çocukluk hakkını bile çok görüyor. (4+4+4 dayatması). Eğer konu yaşam hakkı ise, maden ocağında yaşamını yitirenlere “takdir-i ilahi” kılıfını bulanlar da, aynı kişiler.

             Bu tür çelişkiler yetmiyormuş gibi, bir de, “12 Eylül ürünü” gibi meşrulaştırma pişkinliği yok mu? Ya kendilerini çok akıllı, ya da muhataplarını ebleh zannediyorlar. Yüzde 10 seçim barajı ve YÖK gibi, has “12 Eylül ürünleri” ile doymayanlar kendileri değilmiş gibi…

              Doymadıkları belli. Çünkü, eğer bir hakta kötüye kullanım varsa, bunu önlemeye yönelik düzenleme yapılır; yoksa, hak ortadan kaldırılmaz. Nitekim, 1982’de Anayasa Komisyonu’nca öngörülen “haktan yoksunluk” yaptırımı, askerler tarafından ölçüsüz bulundu ve kaldırıldı. Öte yandan, AYM, Serbest Bölgelerde grev yasağını, Anayasa’nın ilk şekline bile aykırı buldu (1986/27).

              Yeni anayasa bakımından…

               2010’da; “Anayasa değişikliği, yeni anayasanın yolunu açacak” görüşüne karşılık; “eğer yeni anayasa yapılacaksa, değişiklik telaşı neden? Anayasa çalışmasında bu değişikliklere dokunulmayacaksa, anayasa ‘yeni’ olmaz…” görüşü öne sürülüyordu.

                2012’de; önce, Başbakan, “2010 değişikliklerine dokundurtmam” dedi. Sonra, kendisi ve yardımcısı, “başkanlık rejimi tartışılsın, tek kurtuluş yolu” dediler. Şimdi, yardımcı, “lâiklik çıkarılsın” diyor; üstelik, md. 136’yı çarpıtarak…

                Bu söylem karşısında ülke, “yeni anayasa”ya kavuşur mu? Ya da, iki yıl öncesine göre, yeni anayasanın neresindeyiz? Daha mı yakınında, yoksa daha uzağında mı?

                Gelinen “aşama”! nasıl yorumlanabilir?

                AKP hükümetleri, ilk iki yıl, Ecevit Hükümeti’nin başladığı reform çalışmalarını sürdürdü. 2005’ten itibaren geri tepmeler başladı, şiddet yaygınlaştı. 2007 seçimleri, AK Parti için, muhalifleri sindirme yolunda bulunmaz vesileler yarattı. 2010 Anayasa referandumundan elde ettiği %58 evet oyu,  TBMM’deki çoğunluğu yoluyla, toplumu dinsel temele dayanan totaliter zihniyetle biçimlendirme harekâtının “meşruluk aracı” oldu.

                 Şimdi, önünde  sivil veya askeri bir engel görmediği için, düşündüklerini “kara balta” işi, teker teker uygulamaya koymaya çalışıyor…

                 Sahi, 2010 değişikliklerinin amacı neydi? Niyet okuması yapmaya gerek var mı, her şey ortada iken. “Hayır” tavrının yanılmasını ne kadar isterdim!

Yoruma kapalı.