ANAYASA KRİZİ Mİ, DEMOKRASİ EKSİĞİ Mİ?

ANAYASA KRİZİ Mİ, DEMOKRASİ EKSİĞİ Mİ?

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çerçevesinde düzenlenen gösteri ve yürüyüşleri engelleme “seferberliği” çok yönlü tartışmaları beraberinde getirdi. Cumhuriyet genel çerçevede, özgürlük sorunun tabanında yer alsa da, “demokratik toplum”, sorunsalın eksenini oluşturmakta. Neden ve nasıl?

Halk değil, millet…

Cumhuriyet kavramından çok, nitelikleri (ve değerleri) üzerinde oydaşma bulunmadığı biliniyor. Geçen yıllarda sıkça dillendirilen “cumhur” (halk) sözcüğü, bu eksiğin bir yansıması idi. Cumhuriyet’in kendilerini dışladığı duygusunu taşıyanların iktidarlarını giderek pekiştirmesi, “cumhur” açığını ne ölçüde giderdi? Bu belli değil; ama en azından “cumhur” yakınması dindi, hatta unutulur oldu.

Bunun yerini, “millet egemenliği” söylemi aldı. Öyle ki, Anayasa dâhil, en köklü hukukî işlemler için bir tür meşrulaştırma aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bu süreç, 2007’den bu yana, AK Parti politikasının vazgeçilmez bir aracı haline getirildi.

Demokraside artı ve eksiler

Artılar ve eksiler hanesinde, seçim yoluyla yasama organının belirlenmesi ve yönetimin bunun sonucu olarak oluşması, başlıca olumlu kalem. (% 10 baraj gibi demokratik olmayan uygulamalar bir yana), çoğunlukçu demokrasi anlayışı, biçim yönüyle geçerli.

Çoğulcu demokrasi ve demokratik toplum, eksiler hanesinde. Nasıl? İki açıdan veya düzlemde: İlki, özellikle yasa yapımında müzakere sürecinin işletilmemesi; diğeri ise, demokratik muhalefete yönelik tavır.

1)Yasalarda çifte sorun dikkat çekiyor: Siyasal rejimin ve anayasal sistemin işleyişini doğrudan etkileyenler, içerik olarak olduğu kadar izlenen yol ve yöntem açısından da sorunlu. Biri AYM, diğeri TBMM gündeminde olup, bu köşede de ele alınan iki yasal düzenleme, örnek olarak fikir verebilir: “kentsel dönüşüm” yasası ve -yerel yönetimlerde köklü değişiklikler yaratacak- büyükşehirlere ilişkin yasa tasarısı.

2) “Demokratik muhalefet” sorunu: Parlamento içi ve/ya dışı olsun, demokratik muhalefetin başlıca iki aracından biri düşünce, diğeri eylemdir. Eylem, çoğu zaman belli fikir ve görüşlerle iç içe. Çoğunluk partisi ve siyasal iktidar, toplantı ve gösteri yoluyla dile getirilen görüş ve önerilerden rahatsızlık duymakta; bunları sindirme aracı olarak ise, iki tehdit aracı kullanmakta: “terörist ve darbe yanlısı olmak”.

Böyle bir itham, genellikle yargı müdahale etmeden siyasetçiler ve medya tarafından yapılmakta ve adeta yargısal süreç için düğmeye basılmış olmakta. Eylemsel karşı çıkışlara gösterilen ölçüsüz tepki, son yıllarda, muhalif fikirlerin dile getirilmesi karşısında da sergilenebilmekte. “Fikir suçlusu” mahpus sayısının giderek artması ile izlenen bu itham ve yıldırma politikası arasında bağlantı var.

Sorun, Anayasa mı?

29 Ekim günü göstericilere engel olmak amacıyla kolluk güçleri tarafından kurulan barikatı kaldırma emrini veren kişi, sorumlu ve yetkili mi? Başbakan, “ben vermedim; Cumhurbaşkanı ise vermeye yetkili değil” diyor ve ekliyor: “yönetimde çift başlılık olmaz; eğer bu doğruysa, benim tezim olan Başkanlık rejimini savunmanın haklı gerekçesini oluşturur…”.

Aslında 1982 Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı (CB) yetkisiz değil. Md. 104’ün kendisine verdiği “gözetme iktidarı”, Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplama yetkisini de kapsıyor. Ama öte yandan, tek başına yapabileceği işlemler kategorisi de belli. Bununla birlikte, Cumhuriyet Bayramında Valiye “dinginlik telkini”, gözetme yetkisi çerçevesinde yorumlanabilir.

Bu bakımdan, Başbakan tarafından tetiklenen tartışmanın siyasal bir krize dönüşmesi muhtemel. Burada sorulması gereken soru şu: “Çift başlılık” şeklinde sunulan denge mekanizması, başkanlık rejimi arayışını mı haklı kılar; yoksa, tek adamlara (CB ve Başbakan) tanınan aşırı yetkilerin sırasıyla, Hükümete ve TBMM’ye geçirilmesini mi?

“Demokratik toplumsuz demokrasi” olmaz…

Siyasal aktörleri ve toplumun bazı kesimlerini rahatsız etse de, hak ve özgürlüklerin kullanımı ile demokratik toplum kavramları özdeştir. Başka bir söyleyişle, ancak insan haklarına saygılı toplum demokratiktir. Seçim yoluyla oluşan “çoğunlukçu demokrasi”nin amacı da, böyle bir toplumsal düzeni oluşturmaktır. “1 Mayıslar”da olduğu gibi seyahat, toplantı ve gösteri özgürlüğünü önceden -siyasal saikle- yasaklamak, Anayasa md. 23 ve 34’e, İHAS md.11’e aykırı.

Tek kişi değil, halk!

Çatışma ve kriz, Anayasa’dan değil siyasal aktörlerin “eksik” demokrasi anlayışından kaynaklanıyor. Bu nedenle, çözüm Anayasa’da değil, iktidar anlayışını değiştirmekte aranmalı. Ama eğer Anayasa’da aranacaksa, çözüm, iktidar zirvesine değil, demokrasi eksenine bakarak üretilmeli…

Yoruma kapalı.