“  ANAYASANIN İKİ YÜZÜ ”

- Devamı için tıklayınız -

İlk dizi madde ve içeriği, yurttaşlarca bilinmeli; özgürlük ve güvencelerini sahiplenebilmek için.

Yasama, yürütme ve yargı organlarına tanınan yetki ve sınırları iyi bilinmeli; her birinin anayasal sınırlar içinde kalmasını isteyebilmek için.

Meselâ, 116’yı uygulamanın öncelikli amacı, başbakan olarak görevlendirilen kişinin koalisyon hükümeti için gerekli girişim ve görüşmeler yapması… Davutoğlu’nun, bunun yerine bir seçim hükümeti arayışında olduğu, kamuoyuna 35 gün sonra duyuruldu.

Bu şekilde, 116’da öngörülen “seçimleri yenileme sürecine paralel” bir etkinlikte bulunmak, bir amaç saptırması ve Anayasa’yı dolanma yolu idi.

Anayasal “yetki sınırları” sorgulanırken, 1982 Anayasası üzerine genel söylem tuzağına düşülmemeli. Yürürlükte olduğu sürece bağlayıcı Anayasa’yı sahiplenmek, yurttaş ve seçmenlerin yararına. Eğer yetki sınırlarına “dur” denilmez ise, -son bir yıldır olduğu gibi- keyfi yönetime kayış kolaylaşır.

Kaldı ki, yürürlükteki Anayasa artık sadece “1982 metni” değil. En az üç metin var: Aynen kalan, uzaklaşılan ve derinleştirilen yönler.

-Kalan ve devam eden: kötü yazım, çelişkiler, denge ve denetim düzeneklerinde zaaf, ideolojik tercihler…

-Uzaklaşma, hak ve özgürlükler alanında iyileştirmelere ilişkin.

-Derinleşme ise, iktidar alanında.

SEÇİM KAMPANYASI GÜNDEMİ

-Özgürlükler açısından; anayasal düzlemdeki gerilemeleri izlemek, özgürlük alanlarının daraltılmasına karşı kamuoyu tepkisi için önemli. Meselâ, Anayasa Mahkemesi, “iç güvenlik yasası” üzerine neden 6 aydır karar vermedi?

-Anayasal yetkilerin kullanımı bakımından; 7 Haziran seçimleri sonucu ülke ancak “koalisyon hükümeti” yoluyla yönetilebileceği halde, bunu kim engelledi? Anayasal hükümlerin yetersizliği mi? CB’nin ve Başbakan olarak atadığı kişinin tasarrufları mı, yoksa TBMM’de grubu bulunan diğer 3 siyasal partinin söylem ve eylemleri mi?

Bunları, sadece madde 116, 114 ve 109 ışığında değil, aynı zamanda md. 67, 68, 69 ve 78 açısından da irdelemek gerekir.

Seçim kampanyası, büyük ölçüde 7 Haziran sonrası zaman diliminde olup bitenler üzerinden yürütülecek. Şu halde, özellikle 7 Haziran-24 Ağustos tarihleri arasında siyasal aktörlerin tavrı, söylem ve işlemleri, siyaset bilimi ve Anayasa hukuku açısından mercek altına alınmalı ve olduğu gibi ortaya konmalı.

ANAYASAL KAMUOYU ÖNEMLİ

Nasıl?

Cumhurbaşkanı ve Başbakan adayı, 109 (Başbakanı görevlendirme), 116 (TBMM seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi) ve 114 (Geçici Bakanlar Kurulu) madde gereklerini ne ölçüde ve nasıl yerine getirdi?

Bu üç maddenin uygulanması ile 67 (temsilde adalet-yönetimde istikrar), 68 (siyasi partilerin demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez öğeleri olması), 69 (parti içi demokrasi) ve 78 (savaş sebebiyle seçimlerin bir yıl geriye bırakılması) madde gerekleri ne ölçüde gözetildi?

Benzer bir sorgulama, CHP, MHP ve HDP açısından yapılabilirse de, bu partilerin rolü, md. 109, 116 ve 114 bakımından hayli ikincil.

Bir-iki somutlaştırma: CB, başbakan atamasını neden 3 hafta gecikme ile yaptı? Veya 35 günde neden koalisyon görüşmelerine geçilmedi? Ya da Başbakan adayı, CHP ile yapılan görüşmelerin değerlendirmesini neden müstafi bakanlar kuruluna götürdü?

Bu ve benzeri sorulara yanıt için, ilgili maddeyi okumak yeterli; kimi zaman değinilen maddeler birbiriyle bağlantı çerçevesinde okunmalı; bazen anayasal yorum ilkelerine başvurma gereği doğabilir. (Aksi halde, md.114’ten “zorlama suç” ihdas edilir, Davutoğlu’nun yaptığı gibi).

Hangisi olursa olsun, bunlar bıkmadan-usanmadan yapılmalı. Çünkü, “seçimleri yenileme” adına, “Türkiye’nin kaderi” oylanacak.

Zira seçimlere, Anayasa’nın gerekleri nedeniyle değil, yerine getirilmemiş olması nedeniyle gidilmekte. Olması gerekeni ortaya koyan Anayasa ile olanı inceleyen siyaset biliminin “ibret verici” bir karşılaşması söz konusu.

Bu konular işlenebildiği ölçüde, oluşturulacak “anayasal kamuoyu” yoluyla “siyasal iktidarın hukuki sınırları” üzerine toplumsal direnç yaratılabilir. Eğer seçim kampanyası ve sandık yoluyla bu tehlikeli gidişe “dur” denemez ise, “bir çivi-nal…” yerine “bir kişinin” ülkeyi felakete götürmesine seyirci kalma vebalinden milyonlar kurtulamaz (BirGün, 27 Ağustos 2015)

Yoruma kapalı.