“ AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI ”

- Devamı için tıklayınız -

Merkeziyet ve yerellik, çağdaş devlet yapısının bağdaştırmaya çalıştığı siyasal örgütlenmenin iki ucu. Devlet, üniter yapılı olabilir; ama “adem-i merkeziyet” ilkesi üzerine inşa edilmiş olabilir. Tam tersine, federal yapılı olduğu halde, merkezileştirici öğeleri içerebilir. Bu eğilimler, her iki devlet biçimini, belli ölçülerde birbirine yakınlaştırır…

Türkiye’nin tercihi, merkeziyetçi yapı. Üniter ve ulus-devlet modeli olarak Türkiye’nin esinlenmiş olduğu Fransa ise, bölge yönetimini de kapsamına alan “adem-i merkeziyetçi” yapıyı aşamalı olarak kurdu.

“ Özerklik Şartı” (21.11.1988), Türkiye tarafından onaylandı ( R.G.: 3.10.1992). Ama, gereğinden fazla maddeye çekince kondu: 4, 6, 7, 8, 9, 10, 11.

CHP’nin çekinceleri kaldırma vaadini AKP, “federal devlet”e yeşil ışık şeklinde çarpıtmaya çalıştı…

Şart, “özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin demokratik ilkelere ve idarede ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli bir katkı” amacı ve “kaynaklar bakımından geniş bir özerklik” gerekliliğini kalkış noktası olarak alır.

Şart, yerelleşme konusunda asgari gereklerin çerçevesini sunmakta. Bu bakımdan, iki düzlemde şu ön belirlemeler yapılabilir:

-Avrupa geneli için: Şart, bölgesel değil, yerel yönetime ilişkin. Bölgesel yönetime yollama yaparak, Avrupa’daki yaygın yapılanmaya işaret etmekte.

-Türkiye açısından: Bölgesel yönetim bir yana, Şart’ın asgari gereklerini bile yerine getirmekten uzak. Çekincelerin de etkisiyle yerel yönetimler, belli ölçüde, iktidar partisinin “arka bahçesi” konumunda.

Bu çerçevede, şu sorunlar gündeme çıkıyor:

1.- Kırsal kesimlere, Özerklik Şartı uygulanmamakta.

2.- Yerel özerklik, Kürt sorununa indirgenemez. Çünkü, yerelleşme, bütün Türkiye’ye ilişkin bir sorun. Şart’ın amaçları da, kamu hizmeti gerekleri, katılım ve demokrasi eksenine dayanıyor. Ne var ki, ulusalcı, milliyetçi-muhafazakar bakış açılarının, bu tür yerelleşme çabalarının bile önünü tıkadığı da bir gerçek.

3.- Kürt sorunu dahil, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu adem-i merkeziyetçilik, bölge yönetimidir. Bunun anlamı, en azından Fransa’da olduğu gibi, idari adem-i merkeziyetçiliği bölgesel ölçekte gerçekleştirmek. Aslında, bölge yönetimi de, Kürt sorununa indirgenemeyecek ölçüde önemli: bölgesel planlama ve kalkınma, şehircilik, çevre sorunları ve turizm başta gelir.

Bu durumda, Avrupa Şartı, önemli bir işlev görebilir: yerel demokrasi bütün ülkeye yayılabilir; halk, merkeziyetin çekiciliği yerine “yerel demokrasi”yi benimsemeye başlar. Eğer bir gün Türkiye, bölge yönetimine geçecekse bunun altyapısını oluşturabilir. Yereli, merkezin “arka bahçesi” olmaktan çıkarmakla kalmaz; onu sınırlandıran örgütlenmeye dönüştürür. (Mesela, Hopa olayları, merkezin “çevre kırımı”na tepkiyi yansıtıyor.)

Aslında çekinceler, Şart’ın daha çok “özerklik” kaydına ilişkin özellikleri üzerinde yoğunlaşmakta:

· Merkezi idare, yerel yönetimleri ilgilendiren tüm konularda planlama ve karara bağlama sürecinde yerel yönetimlere danışacaktır.

· Yerel yönetimler, örgütsel yapılarını kendileri belirleyecektir.

· Merkezi idare tarafından yerel yönetimlerin denetlenmesinde gözetlenecek ölçüt, korunmak istenen yararla orantılı olacaktır.

· Mali kaynakların kullanımında yerel yönetimler, kendi politikalarını uygulama konusunda özerk olacaktır.

· Yerel yönetimler, özerk yönetim ilkesini koruyabilmek amacıyla yargı yoluna başvurabilecek. (…)

Kuşkusuz, bir çerçeve sunan Avrupa Şartı, Türkiye’de yerelleşmeyi tartışmak için meşru bir zemin yaratabilir ve yerelleşmeden kaygı duyan kesimler için bir güven belgesi şeklinde görülebilir.

“Demokratik temel”de yerelleşme, bazı ayrışmaları beraberinde getirse de, burada önemli olan birleştirici adımların öne çıkarılması ve atılması. Özgürlük ve eşitlik, demokrasinin varlık nedeni olduğuna göre, yerelleşme veya bölgeselleşme ile bu kavramları birlikte düşünmek gerekir.

Böyle bir süreç, yeni anayasa üzerine yapılacak tartışmaları rasyonelleştirici bir işlev de görebilir…(BirGün,2.6.2011).

Yoruma kapalı.