Avrupa’nın ötesi ve ‘berisi’

Avrupa’nın ötesi ve ‘berisi’

İnsan hakları alanında yeni kurumsal perspektifler ve terörle mücadelenin yarattığı sorunlar, geçen hafta Atina’da iki gün boyunca tartışıldı. 4. Yuvarlak Masa, İnsan Hakları Ulusal Kurumları (İHUK) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği ortak toplantısıydı. Cumhurbaşkanı Pa-poulias’ın açış konuşmasıyla başlayan etkinliğe, Yunanistan İnsan Hakları Ulusal Komisyonu ev sahipliği yapıyordu.

BM ve Avrupa Konseyi şemsiyesinde Paris ilkeleri doğrultusunda örgütlenen İnsan Hakları Danışma Birimleri, öncü konumda idi. Ombudsman statüsüne sahip insan hakları kuruluşları ile gözlemci sıfatla katılanlar dahil, Azerbaycan’dan Mo-naco’ya geniş bir yelpaze oluşturuyordu.

Sunulan bildiriler, kaleme alınan raporlar, tartışma ve önerilerin özü, “Atina Bildirisi 2oo6″ya yansıtılmaya çalışıldı. Bunlar, Avrupa ötesinde ABD’yi ve “berisinde” Türkiye’yi yakından ilgilendirmiyor değildi.

İnsan Hakları Komiserliği, 14 nolu Protokol ile Avrupa Mahkemesi’nin işleyişi üzerine öngörülen reforma hazırlıyordu kendini. Komiserliğin, görülmekte olan davalara müdahalesiyle yargı sürecinin hızlandırılması amaçlanıyordu. Bu yeni sisteme İHUK’un katkısı, gündemi belirlemekteydi. Gerçi Türkiye, 14 nolu Proto-kol’u onaylamakla olumlu bir adım attı; ancak, Avrupa ölçeğinde İH birimleri arasında giderek daha karmaşık hale gelen ilişkiler ağının dışında kalmayı yeğlemişti.

İHUK, insan hakları alanındaki yeni gelişmeler ve özellikle terör karşıtı uygulamalarda hangi rolü üstlenecekti? Terörle mücadele yasaları, bu sorunun bağrında yer aldı. İstisnai nitelik taşıyan yasaların sürekli hale gelmesini engelleme yöntemleri yanında, İHUK’un yasama sürecine müdahale yolları üzerinde duruldu.

Terörle mücadele ya da olağanüstü hal kanunlarına ilişkin standartları dikkate alma gereği açık. Ne var ki, kanunla mı yoksa uluslararası işbirliği yoluyla mı terörün üstesinden gelinebileceği sorununda yine Türkiye öne çıkmaktaydı.

İki gün mü, iki saat mi? ABD’nin işkenceyi meşrulaştırarak İH’nı hiçe sayan politika ve uygulamaları, değerlendirme oturumuna damgasını vurdu.

Yunanistan İHUK başkanı Prof. Yotopo-ulos-Marangopoulos, Almanya’da Nazi vahşetinden ülkesindeki albaylar cuntasına kadar yaşanan acıları dile getirerek, “Ben, ilerlemiş yaşımla tanık olduklarımdan hareketle, Bush’un yalanlarla bütün insan hakları kazanımlarını yok edici tutumunun kınanmasını istiyorum” diyordu; “Irak’tan sonra, sırada Suriye ve İran var; ya sonra? Susma sıra sende” sözleriyle haykırıyordu. Buna karşılık, AK İnsan Hakları Komiseri T. Hammarberg, insan hakları gerçeği ile diplomatik söylem arasında denge arayışına yöneldi. Hemen ardından, Türkiye’de İHDK’nin Irak savaşı sırasında kararlı tutumunu hatırlatıp, konunun yaşam hakkı temelinde insan hakları birimlerinin görev alanına girdiğini belirterek, sağımdaki cesur bayanın önerisi için hukuki gerekçe yoluyla, solumda oturan komiserin diplomatik kaygılarını gidermeye çalıştım. Ne var ki, açık bir çağrı yerine, Atina Bildirisi’nde, dünya genelinde insan haklarına yönelik tehditlere dikkat çekilmesi eğilimi baskın geldi.

Evet, belki son iki saat iki günden daha yoğun geçmişti. Fakat, ABD Avrupa’nın ötesinde kalıyordu; Türkiye’nin ise “berisine” kaymış olması, “çifte kavrulmuş” bir karamsarlık yaratmıyor değildi.

Yoruma kapalı.