Basın: Erk mi, özgürlük mü?

Basın: Erk mi, özgürlük mü?

Bazı internet sitelerinde yayımlanan ”haberlerin’ ve ‘iddiaların’ hiç sorgulanmadan gazeteler ve televizyonlar tarafından haber yapılmasının ne kadar yanlış olduğu bir kez daha ortaya çıktı… Hürriyet muhabirlerinin araştırması görüntülerin güvenilmez olduğunu ortaya koyunca da yazı işleri bu haberi değerlendirmeye almadı. Hürriyetin titizliği okuyucularının bir gün için de olsa yanlış bilgilendirilmesini önledi.” (Hürriyet Yazıyorsa doğrudur, Mehmet Y. Yılmaz, 19.7.06).

Keşke her haber için benzer bir titizlik gösterilse! Örneğin, alıntılanan köşe yazısından tam iki hafta önce, “ALEVİ KARARI”, “HÜRRİYETin bile üstünde büyük başlık olarak geçilmişti (4.7.06). İkinci başlık şuydu: “AİHM, Alevi çocukların zorunlu din derslerine katılmalarının insan haklarına aykırı olduğuna karar verdi.” Haber, “Hürriyet AİHM’nin kararını ele geçirdi, sonbaharda açıklanacak” şeklinde yan ve altbaşlıklar-la devam ediyordu.

Oysa öyle bir karar yoktu. 6.6.06 günlü Daire kararı, sadece davanın kabuledilebilir-liği idi. Esasa ilişkin karar ise, Avrupa Mah-kemesi’nde 3.10.06 günlü duruşma ile başlayacak süreçte verilecekti. Nitekim doğru haber, “AİHM’deki kritik dava 3 Ekim’de” başlığı ile sonraki gün (5 Temmuz) Milliyet’in iç sayfasında yer aldı.

Ne var ki, etki ve sonuçları bakımından “yanlış haber” baskın çıktı: 5 temmuz günlü Hürriyet’te O.Ekşi, “Hani bu ahlak dersiydi?” başlıklı yazısında haberi yorumluyordu. MEB yetkilileri, “Alevilik gelecek yıl ders kitaplarında” diyecekti. Adalet Bakanı Çiçek tepkisinde gecikmemişti: “AİHM kansere de çare bulacak mı?(6.7.o6). Diğer gazeteler de konuya anında elatmış, Yeni Şafak’tan Yeni-çağ’a kadar köşe yazarları, “haberi yorumlama’^!) yarışına girmişlerdi(…).

Gerçeği çarpıtıcı dalganın gücü ve etkisi karşısında bellek, bobini geriye sarıyordu. Örneğin, 1 ekim 2004 günü İnsan Hakları Danışma Kurulu, gözden geçirilmesi kaydıyla iki rapor kabul etmişti. Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar’a ilişkin olanı, son şekli verildikten sonra Başbakanlığa 22 ekimde sunuldu. Ne var ki, basın-yayın organlarının da alet edildiği üç haftalık “kirletme” kampanyası, olguları ve gerçekleri çarpıtmaya yetmişti. “Dezenformasyon” dalgasını aşma amacına yönelik basın toplantısına saldırı da (F.Yokuş ve destekçileri), “gerçek bilgi”yi bastırma hezeyanı idi.

Fakat, basın özgürlüğü adına asıl üzerinde durulması gereken, milliyetçi-ırkçı renge yatkın kalemlerin, -kaba gücü meşrulaştırma pahasına- “karartma harekatı”na payanda olmaya devam etmesi idi. Kullanılan malzeme ise, Başbakanlığa sunulan Rapor değil, taslak metindi. “Çöl-çamuru” üretenlerin ne kadarı, Rapor’un kesinleşen biçimini okuma gereği duymuştu?

Gerçi, oylamanın usule uygun olarak yapıldığı, -dava konusu ile ilgisi bulunmadığı halde- Mahkeme kararı ile yirmi ay sonra tescil edildi. Ne var ki Mahkeme kararı, basın tarafından geçiştirildi. Böylece, yanlış şekilde “4. erk” olarak nitelenen basının etkisi, “yargı erki” tarafından ortaya konan gerçeği gölgede bırakmış oldu.

Sözün özü, özgürlük güç olarak algılanırsa, kolayca kötüye kullanılabilir, ama onarımı zor sakıncalar doğurur. Toplumsal iletişim özgürlüklerinin başında gelen basın, ancak “doğru ve gerçek bilgiyi aktarma ödevi ile bunlara ulaşma hakkı” bağlamında özgürlük olarak savunulabilir. Amaca ulaşmada o durumda etkili olur; kendisi erk olamaz: çünkü erk-yetki devlet alanında, hak ve özgürlük ise birey ve toplum katmanında yer alır.

Yoruma kapalı.