“ Bir icat daha: Türk Kamu Düzeni ”

- Devamı için tıklayınız -

Mahkeme kararını birkaç hafta önce iletmişti Av. Arzu Becerik. Ben ancak geçen Pazar okuyabildim buraya gelmeden önce. Eğer birçok çalışma dosyası ile ayrılmak zorunda iseniz, onları ayıklamak için buradaki iki aylık ders programını sadece iki bucuk haftaya sıkıştırmış olmanızın yaratacağı yoğunluk aklınıza bile gelmiyor; son saatlerde olsa bile, bitirdikleriniz rahatlatıcı. Ama zihnen aynı olumlu etkiyi bırakmayabiliyor, söz konusu kararda olduğu gibi. Kararı okuyunca, bellek bobini üç-dört gün geriye sardı:

Çarşamba: Başbakan Erdoğan’ın “Kürtçe eğitim hakkı verirsek, herkes ister” sözlerine yanıt veren Demokratik Toplum Partisi Grup Başkanı A. Türk, “Lazlar, Gürcüler, Çer-kezler azınlıktır; ama Kürtler 4 bin yıldır bu topraklarda, azınlık değildir” diyordu.

Perşembe: Ankara Barosu’nun düzenlediği uluslararası hukuk kurultayının “Adaletin ışığında ifade özgürlüğü” oturumunda, “fikir sucu nasıl yaratılır?” sorusuna yanıt ararken, sahnelenen “özgül ve özgün Türk imecesi”ni betimlemek zor olmasa da, imecenin arka-planını açıklamak, hiç de kolay değildi. Neden mi? XX. yüzyılın ilk yarısında G. M. Kemal, hakların öznesini “Türkiyeliler” olarak belirlemişti. Yüzyılın ikinci yarısında Ecevit, “Pülümür’ün yaşsız kadını” başlıklı şiirinde şöyle diyecekti:

“Bir Hititliydi o, bir Selçuklu,

Bir Ermeniydi, bir Kürttü, Bir Türk,

Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliğim”

Oysa XXI. yüzyılın başında, üst-kimlik olarak “Türkiyelilik”, beş yıllık zamana yayılan (ve ne zaman biteceği henüz belli olmayan) bir ceza davasının konusunu oluşturuyordu. Türünde ilk olan bu imece, Anayasasında “hukuk devleti” yazan bir başka ülkede rastlama olasılığının bulunmayışı bakımından özgündü…

Cumartesi: gün boyu süren “Özgürlükçü-Eşitlikçi-Sosyal” Anayasa çalışmasında, “Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı” konusunda tam bir görüş birliği söz konusuydu.

Pazar: Arat Dink – S. Seropyan kararını okuduğum gün, “İbadethane olarak cemevi açılamaz” başlığıyla gazetelere yansıyan yargı kararı ise, tabloyu tamamlıyordu. Yargıç tavrını Sünnilerden, yani çoğunluktan yana koymuş bulunuyordu: çoğunluğun azınlığı, azınlığın ise, daha az sayıda olanı dışlaması, eski-yeni çekişmesi; konuya iktidar ve güç mücadelesi olarak bakılması, tıpkı TBMM’de ki sayısal çoğunluğun kendini egemenlikle bire bir örtüşen güç olarak algılamasında olduğu gibi… Oysa hepsi, Türk-Kürt-Laz, Sünni-Alevi, hak ve özgürlükler olarak eşit düzlemde yer aldığından, bu şekilde güvencelenmesi yeter.

Dink ve Seropyan’ı basın yoluyla Türk milletine soykırım isnat etmekten (TCK md. 301’e muhalefet) birer yıl hapis cezasına çarptıran hakim, Türklerin Anadolu’daki bin yıllık tarihini gerekçe olarak kullanırken, 301’in gerekçesini de, “bütün dünyaya yayılan Türkleri korumak” amacıyla olaya uygulamış bulunuyor…

A. Türk ise, Kürtlerin Anadolu’daki tarihini “bin yıl” olarak saptırıyordu; ama mesela Lazlar, kendisine, “bizimki sayı veremeyeceğimiz kadar eski” deselerdi ne fark ederdi? Tıpkı Aleviliğin Anadolu kaynaklı olduğunun söylenmesi gibi…

TCK md. 301’deki “Türklüğü aşağılama” eylemini, md.de yer almadığı halde, “Türk kamu düzeni” (TKD)nin ihlâli olarak niteleyen yargıç, Avrupa kamu düzeni (AKD) kavramını unutmuşa benziyor, en azından şimdilik. Bu köşede daha önce açıklandığı üzere, AKD, insan haklarının saygı gördüğü Avrupa olarak tanımlanıyor ve Avrupa Mahkemesi kendini bu düzenin bekçisi olarak görüyor. Ceza yargıcı ise, TKD’ni, -adeta dünya kamu düzeni ile eş kabul ederek- ifade özgürlüğünü cezalandırmak için icat ediyor.

Her ne kadar AKD görmezden gelinse de, dava bu doğrultuda kesinleştiği varsayımında, cezalandırma AKD’ne aykırı bulunarak Sözleşme’nin ihlâl edildiği sonucuna ulaşıldığı an, yargıcın yarattığı dünya düzeni bir anda “tebahhur edecek”, ama “Avrupa düzeninin ağırlığı Türkiye üzerine çökecek. Pazartesi sabahı: “Hrant Dink’i devlet öldürttü…” Bunda hiçbir tereddüt yok taksi şoförü Mehmet Bey’e göre. ….Ve öbür gün: Sizler İstanbul’da Hrant Dink’i anarken, muhtemelen öldürülmesinden çok, tarzı üzerinde konuşacaksınız. Ben geçen yıl, yine buradan “Türkiye kimin?” başlıklı yazımla tepki vermiştim.

Görünen o ki, 2008’i de, “lâiklik ve yurttaşlık” gibi eşitleyici ve bütünleştirici kavram ve değerleri öne çıkarma yerine, farklı-laştırıcı ve ayrıştırıcı dinsel ve etnik öğeler temelinde kavga ile tüketeceğiz…

Yoruma kapalı.