CEZASIZLIK: “KOLLEKTİF IRADE” ÜRÜNÜ MÜ?

CEZASIZLIK : “KOLEKTİF İRADE” ÜRÜNÜ MÜ?

Bakan: “yargısız infaz”

“Öğretmenler günü kutlamak için eylem yapmaya ve polisle karşı karşıya gelmeye gerek yok” diyor, öğretmenler için Milli Eğitim BakanıNabi Avcı. 24 Kasım öğretmenler gününde kolluk güçlerince coplanan ve gazlanan öğretmenler için sarf ettiği sözler. Bakana göre, kusurlu olan şiddet araçları kullanan değil, protesto eyleminde bulunan öğretmenler. Açıklama, üç açıdan sorunlu:

– Hiyerarşik yapı: Bakan, kolluk güçlerinin değil, öğretmenlerin mensup olduğu örgütün en üst amiri. Hiyerarşik yapılanmaya göre, en üst amir, öncelikle emri altındakileri gözetir. Ne var ki, Bakan, kendi Bakanlık mensuplarına değil, başka bir bakanlığın çalışanlarına“bakma” misyonuna soyunmuş.

– Demokratik açıdan: Bakan, öğretmenlere, toplantı ve gösteri hakkını “öğretmenler günü”nde bile çok görüyor.

– Yargı/hukuk açısından: Bakan, öğretmenlere “yargısız infaz”da bulunarak, kolluk güçlerine yönelik olası soruşturma yolunu, daha baştan kapatma iradesini ortaya koymuş bulunuyor. Bu durum karşısında, kolluk güçleri suç işlemiş olsalar bile, mağdurların en üst amiri tarafından aklanmış bulunuyor.

Cezasızlığa son

“Impunity (Cezasızlık) yurdumuzda da ne yazık ki çok sık karşılaştığımız, aşinası olduğumuz bir durum. Yargılanmaları için amirleri tarafından izin verilmeyen (!?) memurlar, nerede oldukları besbelli iken bir türlü bulunamayıp mahkemeye getirilmeyen polisler, askerler, yıllar yılı süren davaların ‘zaman aşımı’na uğratılarak kapatılması, savcı ve hakimlerin kendi düşünce yapıları nedeniyle bazı kişilere veya kimliklere yapılan saldırıları görmezden gelmesi veya hafifletici nedenleri sonuna kadar kullanarak suçlu lehine bir izlenim uyandırması…”. Bu alıntı, Düşünce Suçuna Karşı Girişim tarafından Bilgi Üniversitesi’nde yapılan toplantı (23 Kasım 2013) programından.

Tanıklıklar başlığı altında, Baran Tursun davası, Şırnak’ta 6 Köylünün öldürülmesi olayı ve davası, Ali İsmail Korkmaz cinayeti, Füsun Erdoğan davası, LGBT’lere yönelik suçlarda cezasızlık, Selahattin Demirtaş ve DTP’ye yönelik tehditler, avukatlarınca ortaya kondu. Üç de dosya vardı: Pınar Selek Davası, Hrant Dink Davası ve Oran/Kaboğlu Davaları.

Sorunun halkaları

Güvenliği ve/ya adaleti sağlamakla ya da yasaları uygulamakla görevli kişilerin işledikleri suçlar neden yaptırımsız kalmakta? Sorungirift ve hukuki kavramlarla açıklanamayacak derecede çok yönlü. Burada, basitleştirme pahasına, üç boyutuna değinilecek:

-Kamu görevlileri ve siyasetçiler için mevcut ayrıcalıklı statü: suç isnadıyla karşı karşıya bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni, yasal düzenleme yoluyla MİT mensupları açısından en uç noktaya götürüldü. Anayasa Mahkemesi, uygunluk kararı verdi. Öte yandan, yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu, düzenleniş (Anayasa, md. 83) ve uygulama şekliyle, TBMM üyelerine ayrıcalıklı bir statü sağlamakta…

-Suç ve suçlu açısından: ortak hukukta suç oluşturmayan eylem ve hareket, hatta hareketsizlik (duran adam!), bizde -yurttaşlar açısından- suç kategorisinde yer alabiliyor veya öyle algılanabiliyor. Buna karşılık, kolluk güçlerinin suç oluşturan şiddet kullanımı, orantılı-orantısız tartışmasıyla, meşru gösterilebiliyor. Böyle bir ortamda, “kanunsuz emir” gibi açık anayasal (m. 137) yasaklar ihlal edilebiliyor. Bu süreçte, kamu makamları için geçerli olan “görev+yetki+sorumluluk” zinciri, -yurttaşın suçlandırılmasıyla- yok sayılabiliyor.

– Yargı süreci bakımından: suç ve suçlu kavramlarının tersine çevrilerek yaratılan “açık hukuksuzluk” ortamında, yargı ne ölçüde gerçeği ortaya koyabilir ve adaleti gerçekleştirebilir? Üstelik, yapısal ve işleyişe ilişkin sorunlara, “zihniyet” sorunu da eklenirse…

Bu üçlü halkada, “İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” (md. 125/son) veya “Devletin sorumlu olan görevliye rücu hakkı saklıdır” (md. 40) vb. anayasal hükümler, “askıda kalma”ya devam eder.

Nasıl kalmaz askıda, “günışığında” suç işleyen kolluk güçlerini en üst idari ve siyasal amirin kahraman ilan ettiği, yardımcılarının“gazetecilik mesleği nedeniyle hapiste değiller” beyanında bulunduğu ve bakanın, mağdur öğretmenlerini suçlu ilan edebildiği bir ülkede. Suç işlemeye teşvik, suçluya kol-kanat germe ve onları cezasız bırakma yönünde adeta bir ?“kolektif siyasal irade” mevcut.

Bilgi kirliliğinin üzerinde kum fırtınası gibi estiği toplumda, suçluların cezasız kalması adeta kanıksanmış bulunuyor. Böyle bir siyasal kültür ortamında “yeni anayasa” fetişizmi, derinleştirilen “anayasasızlaştırma” süreci üzerinde ancak örtü işlevi görebilir.

Yoruma kapalı.