“ ‘Demokratik Toplumsuz’ demokrasi ”

- Devamı için tıklayınız -

“Eğer demokratik toplum, doğası itibariyle açık bir toplum ise, onu ifade eden hukuk düzeni de açık olmalıdır.” (Prof. S. Milacic).

“Çoğulculuk, hoşgörü, açıklık düşüncesi, demokratik toplumun kurucu öğeleridir.” (İH Avrupa Mahkemesi).

Devlet katında demokratik kural, kurum ve uygulamaları besleyen bir altyapı olarak demokratik toplum (DT), aynı zamanda İnsan haklarının (İH) ölçütüdür. İH, ancak DT’de güvence altına alınabilir; bu nedenle, bir hak ya da özgürlüğün kullanımı DT düzenini ihlal ederse, sınırlandırılır.

DT düzenini güvenceleyen kuralları, siyaset üretir; yani seçilmişlerin demokratik usullere ve tartışma ortamına uygun olarak koydukları hukuk.

Bizde seçilmişler, demokratik söylemi hiç eksik etmez; fakat, bunu daha çok, kendilerini bu statüye getiren mekanizmaya vurgu şeklinde yapar. Çoğu zaman özgürlük arka plana atılır; özgürlük-demokrasi diyalektiği, hep göz ardı edilir. Son haftadan bazı kesitler, böyle bir yapının ne denli uzağında olduğumuzun açık göstegesi…

İKİ ÖZELEŞTİRİ, BİR ÖNERİ

1.- “Bir canı bile kaybetmemiz, bir partinin kapatılmasından daha önemlidir. Onun için diyoruz ki, ey siyasetçiler, siyasi partiler gelin canlara sahip çıkalım, gelin canları kaybetmeyelim.”

Bu sözler, Ahmet Türk’e ait. Partileri kapatılan DTP’lilerin istifadan vazgeçtiklerini açıklayan konuşmasından.

Başkanı olduğu partisi kapatılan ve kendisine de siyaset yasağı getirilen Türk’ün bu sözleri, “demokratik toplum”un bir bakıma özünü yansıtıyor.

Bu sözler bir özeleştiri şeklinde de anlaşılabilir. Ama, kapatma yaptırımının bir kez daha gözler önüne serdiği “hukuki ikiyüzlülük” de aşikâr. Gerçekten, partinin başka bir ad altında yeniden doğması, istifa dilekçesi yazmaktan daha kolay oldu. Bu görünüm ile ilk cümlede belirtilen “açık hukuk düzeni” arasındaki çelişki açık..

2.- “Bir ayda on bir insan öldü. Siyasiler olarak barışı daha iyi konuşabilseydik, bu on bir genç bugün yaşıyor olacaktı. Bu gençleri, biz siyasiler yaşatmadık.” DTP Diyarbakır milletvekili S. Demirtaş’ın bu sözleri de özeleştiri (N. Düzel, Pazartesi konuşmaları, Taraf, 21.12.’09).

3.- DTP’lilerin adeta peygamber payesi verdikleri PKK lideri Öcalan, özgürlüğünden yoksun, ama yaşamı güvence altında. Şu soru, özeleştiriyi demokratik toplum düzlemine çekebilir: bir kişinin özgürlüğü mü, yoksa binlerce kişinin canı mı?

AYRIMCI, BASKICI VE HOŞGÖRÜSÜZ…

•Örgütlü hak aramanın bedeli: kamu görevlilerinin birkaç saatlik iş bırakması ile sınırlı eylemleri, Hükümet tarafından önce tehdit ve tepki ile karşılandı. Sonra, 14 görevlinin işine son verildi… Oysa, kamu görevlileri, sosyal hakları Avrupa ölçeğinde tescil ettirebilmek için 20 yıl demokratik bir mücadele verdi.

Tekel işçilerinin Ankara’daki eylemleri, kolluk güçleri ile bastırılmaya çalışıldı. Kullanılan şiddet için, “orantılı değil” dendi. Sanki müdahale orantılı olsaydı onaylanabilirmiş gibi, bu denli haklı bir direniş karşısında. Üstelik, işçilerin bu durumunun asıl kaynağı, hükümetin “satış” mantığı ile yaptığı özelleştirmeler… Hayatta kalma mücadelesi veren emekçiler, hak özneleri olarak görülmüyorlar bile…

•İnançta bile taraf: İçeride, farklı inanca sahip olan Alevileri yıllarca oyalayan hükümet çevreleri, İsviçre’de minare oylamasına, ani bir refleksle toplu tepki gösterdiler. Aynı kesimler, yine içeride, azınlıkların dinsel taleplerini yansıtma tarzı nedeniyle Patrik Bartholomeos’a da az tepki vermediler… Ama, İHAM’ın zorunlu din derslerine ilişkin kararı, nüfus kimliklerinde din hanesi kaydı veya Diyanet’in anti-laik yapılanma tarzı, umurlarında bile değil…

Öte yandan, iki muhalefet partisi, emekçi eylemlerini desteklemesine karşın, “Türklük ve Türk milleti” söylemleriyle demokratik toplumu dinamitleme yarışında.

Ortak payda: seçilmişler, tavırlarını İH gerekliliklerine göre değil, kendi konumlarına göre belirliyor. İH, bir bütün olarak ve tutarlı bir bakış açısıyla değil, çelişkili, eksik ve sekter yaklaşımlarla dejenere ediliyor.

Acı gerçek: siyasal örgütlenmenin varlık nedeni, kişi güvenliğini sağlamak. Siyasetçi, bu örgütlenmenin baş aktörü. Ne var ki, bu misyon, tamamen tersine çevrilmiş durumda. “İzmir-Diyarbakır-İstanbul” üçgeninin yansıttığı, “ırkçı-şiddet içeren-hoşgörüsüz” toplumsal ortamı, Ankara’nın ektiği “öfke-kin-nefret” tohumları beslemedi mi?

Sonuç: siyasal şahsiyetler demokrasiyi, seçilme sürecine indirgiyor, genel bir algılama tarzı olarak. Böyle olunca hukuk da, iktidar kavgasının aracı olarak kullanılabiliyor; demokratik toplum ise, “Sünni-Türk-Kürt” kısırdöngüsünde yeşeremiyor.

Yoruma kapalı.