“ Devletin ‘dinsizleştirilmesi’ ve AKP ”

- Devamı için tıklayınız -

“Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslamdır.” kaydı, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan aldığı miras. Bu bakımdan Osmanlı ile Cumhuriyet arasında en azından anayasal düzlemde, kırılmadan çok süreklilik var. Bu kayıt, Anayasa’dan 10 Nisan 1928’de çıkarıldı ve devlet dinsizleştirildi; böylece, esas kırılma ortaya çıktı. 1937’de Anayasa’ya bunun güvencesi kondu: laiklik.

Ne var ki, Devlet yönetiminin dinsel referanslardan arındırılması yönünde anayasal yükseliş dönemi, doğrusal çizgide devam etmedi. Her ne kadar 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’nın yaptığı gibi, lâikliği “Cumhuriyet’in nitelikleri” arasına yerleştirdi ise de, dine açılma yönünde maddeler de kondu (Diyanet İşleri Başkanlığı, zorunlu din dersi, vs.). Anayasal gerileyiş olarak nitelenebilecek bu eğilim bile, islamcı partileri, anayasal rejimle çatışmaya girmekten alıkoyamadı. Çünkü daha fazlasını istediler; anayasayı bir “sözlük” sanıp, lâikliğin yeniden tanımlanmasını talep ettiler. İşi, islami başörtüyü Anayasaya sokmaya kadar vardırdıkları anda, kendilerine, “bu kadarı da fazla!” dendi.

Bu bir Cumhuriyet-demokrasi çatışması mı, yoksa lâiklik-din çatışması mı?

Önce şu saptama yapılmalı: Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı’nın Tanzimat’la başlayan lâikleşme mirasını reddetmedi; fakat çok partili dönem yöneticileri, Cumhuriyet’in lâiklik kazanımını sorgulama yarışını 14 Mart 2008’e dek sürdürdü… Lâiklik ekseninde tanık olunan çatışma, Cumhuriyet’in kendisinden mi, yoksa “demokrasi eksiği”nden mi kaynaklanıyor?

•••

Eğer biz bu kavramları sadece devlet yönetimi katında ele alır, ama toplumsal düzlemde geçerli değerler testinden geçiremez isek, çatışmacı kısırdöngüden kurtulamayız. Üç kavram belirleyici: yurttaşlık, eşitlik ve özgürlük.

Yurttaşlık, insanı, dinsel veya etnik aidiyeti ötesinde aşkın, genel ve daha kapsayıcı bir statüye yerleştirir. Bu açıdan lâiklik, yurttaşlık kavramının derinleştirilmesiyle ilerletilebilir ancak. Zira yurttaşlık, eşitlik ve özgürlük ekseninde, demokrasi ve lâiklik uyumu için belirleyici bir statü.

Eşitlik, hem dinler arası hem de cinsiyet eşitliği yönüyle vurgulanmalı. Zira, islam ülkelerinin kendilerine özgü ayrı insan hakları belgeleri hazırlamalarında temel neden, kadınları erkeklerle eşit görmemeleri. Bu da lâiklik önünde aşılması gereken önemli bir engel. Özgürlükçü söylem, eşitleyici mi, yoksa bundan uzaklaştırıcı mı; bireysel özgürlüğü ilerletici mi, yoksa güdümlü bir özgürlüğe yönlendirici mi? Buna dikkat etmeli…

•••

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi (AYM) önündeki davaya uygulanacak ölçütlerin başında, “lâiklik-demokrasi”den çok, her ikisinin ortak paydası olan “insan hakları” yer almalı..Demokrasi, insan haklarının saygı görmesine ve ilerletilmesine en elverişli rejim. Lâiklik ise, hukuksal düzenlemede neyin yapılmaması (dinsel kuralların esas alınmaması) gerektiğini belirleyerek, insan aklına, toplum gereksinimlerine ve bilimsel verilere alan açar. Bu bakımdan lâiklik, din özgürlüğünün olduğu gibi diğerlerinin de güvencesi; ama insan hakları da demokrasinin altyapısı.

Üstelik insan haklarını “demokratik toplum” testinden geçirmek de mümkün. Kurucu öğelerinin başında gelen çoğulculuk, hak ve özgürlüklerin eşit olarak güvencelenmesini gerekli, özlerine dokunmamak kaydıyla sınırlamaları da haklı kılar. Hoşgörü öğesi ise, en başta dinsel farklılaşmalarda kendini hissettirir. Ya saydamlık? İşte sorunun özü burada. Açıklık fikri, diyalog ve yurttaşların, yöneticilerin geleceğe ilişkin tasarılarını bilme hakkı…

•••

Sonuç olarak, lâiklik ve demokrasiyi, insan hakları( İH) bakış açısıyla anlamlandırmak, tersini yapmaktan daha sağlıklı. Çünkü İH, evrensel ilkelere dayanır; kişiden kişiye, bir toplumdan diğerine değişmez. Siyasal rejim olarak demokrasi, ancak demokratik toplum üzerine inşa edilebileceğine göre, bu da “haklar toplumu”ndan başkası olmasa gerek. Bunları, lâiklik için kurucu ilkelerle (yurttaşlık, eşitlik, özgürlük) yan yana getirelim. Böylece, “insan hakları” ortak paydasına dayanan lâiklik ve demokrasinin birbiriyle çatışan değil, tamamlayan kavramlar olduğu görülebilir.

Bunları, “ılımlı islam” ülkesinde değil, ancak “devletin dinsizleştirilmesi” üzerinden 80 yıl geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde tartışabiliyoruz. Sevindirici mi, yoksa acı mı? Yanıtını merak ediyorsanız, Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampusu’ndeki bugünkü “Anayasa ve Lâiklik” (s. 09-18) toplantısına bekliyorum sizleri…

Yoruma kapalı.