Faşist Dİktatörlük ve Ötesi

Faşist Dİktatörlük ve Ötesi

Faşizm ve diktatörlük, anayasa hukuku ve siyaset bilimi kavramları olarak olgusal ve bilimsel olarak tanımlanırsa, Türkiye’deki uygulamaları ve bu kavramlar arasındaki örtüşme derecesi kolaylıkla test edilebilir.

Faşizm nedir ?

Faşizm, genel olarak, aşırı milliyetçi ve ırkçı, otoriter ve baskıcı bir yönetimi ifade eder. L. Bitt, faşizmin 14 belirgin özelliğini şöyle sıralar; güçlü ve sürekli milliyetçilik; insan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi; sürekli düşman ve günah keçisi üretme; ordunun ve militarizmin yüceltilmesi; cinsel ayrımcılığın tırmanması; kitle iletişim araçlarının denetimi ve sansür; ulusal güvenlik takıntısı; din ve yönetimin iç içeliği; iktidarı destekleyen özel sermayenin korunması; emek gücünün baskı altına alınması; aydınların, sanatçıların ve bilim insanlarının küçümsenmesi, suç ve cezalandırma ile baskı altına alma; adam kayırma ve yozlaşmada sınır tanımama ; hileli seçimler (Daha çok bilgi için bkz. İ. Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri, Legal, 12. B., 2017, s.101-102).

Diktatörlük nedir ?

Diktatörlük, bir kişide veya azınlık grubunda (oligarşi) iktidarların yoğunlaşması ile nitelenen hükümet tarzı.

Diktatörlük kavramı, Roma kaynaklı (M.Ö., VI.yyıl): ağır bunalım durumunda, «dictator»a, sınırlı bir süre için, olağan kuralların tersine, geniş yetkilerin tanınması ereğiyle kurulan sistemi nitelendirmek için kullanıldı. Sezar, yüzyıllar sonra bu yetkiyi amacından saptırarak yaşam boyu diktatörlük için kullandı. Bu nedenle, zaman sınırını kaldırarak yetki yoğunlaşmasını ortaya çıkaran modern diktatörlükler, sezarizm olarak nitelenir.

Diktatörlük, genellikle kaynağını askeri darbeden alır; fakat seçim yoluyla iktidara gelen liderler tarafından kurulan çağdaş diktatörlük örnekleri istsinai değil.

Diktatörlük rejiminin genel eğilimi, parti yapısına dayanmak, çoğulcu yapı görünümünde tek parti tekeli kurmak çok partili görünüm, genellikle, iki parti şeklinde kendini gösterir. Yeni bir düzen kurmayı amaçlayan diktatörlükler, tek partiyi kolaylaştırıcı bir etken olarak değil, zorunluluk olarak görür. Parti yapısına dayanan diktatörlükler, sürekli olma eğilimini taşır.

Diktatörlükler, meşruluk adına halka yönelmeyi de ihmal etmez. Peron dönemindeki Arjantin, çağdaş sezarizm örneği olarak gösterilir; ya da Şili’de General Pinochet’nin plebisiter referandumları: 1978, 1980 ve 1988.

Diktatörlük biçimleri, sivil, askeri ve dinsel olmak üzere üç gruba ayrılır. Sivil diktatörlük, rakiplerini elemek suretiyle. İktidara geliş tarzından giderek uzaklaşır, Latin Amerika başkancı rejim örneklerinde, iktidarı tek başına elinde tutan kişi, bunu görev süresini aşacak biçimde sürekli kılma eğilimini yansıttı ve yasama meclislerini göstermelik hale getirme ya da kaldırma ile sonuçlandı.

Dinsel diktatörlük ise, ilahi kanunun mutlak üstünlüğü ilkesini, her türlü dünyevi (insani) yasa üzerinde görme anlayışına dayanır.

Yapılan bu ayırımların ötesinde, totaliter proje öngören belli otoriter rejimler, genellikle ayrı olarak ele alınır. En belirgin biçimde iktidar yoğunlaşmasına dayanan bu rejimler, dikatörlük olarak nitelenir. Fakat, bunların özellikleri otoriter olmakla sınırlı kalmaz: bireye en küçük bir özerklik alanı bırakmaksızın yeni bir toplum yaratmak için her türlü araca başvurmayı meşru görür (Ayrıntılı bilgi için bkz. P.Leroy, «Dictature», Dictionnaire constitutionnel, PUF, 1991, s.302-307).

Türkiye, nerede ?

16 Nisan’da oylanan 6771 sayılı yasa ile yürütme-yasama ve yargı yetkisinin büyük ölçüde, kendisine Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı/devletin başı ve parti başkanı adı verilen kişide birleştirilmesi sonucu, anayasal düzenlemenin artık md.2 çerçevesinde değerlendirilemeyeceği üzerine çok yazıldı.

Burada, 16 Nisan öncesi ve sonrası uygulamaya, yürürlükteki hukuk düzeni açısından değinilecek.

AK Parti ve başkanını kayıtsız koşulsuz savunan veya savunma zorunluğu hissedenler, liderlerini «en çok seçim kazanan kişi» olarak da niteler. Ama özellikle, şu üç seçim veya referandumun kazanılmasında, devlet olanaklarının kullanılarak eşit olmayan yarışma koşullarının belirleyici olduğunu dillendirmez: Cumhurbaşkanlığı (10 Ağustos 2014), TBMM (1 Kasım 2015) ve Anayasa halkoylaması (16 Nisan 2017).

Ya da lider fetişistleri (veya tapınıyor görünmeyi yeğleyenler), aşağıdaki sözleri talimat olarak kabul edip, emri yerine getirme ya da yorumlama yarışında: «parlamenter rejim bekleme odasına alındı», «Çamlıca tepesinde 7 minareli cami inşa edilecek», «Beştepe’de başbakanlık sarayı yapılacak»; «Gezi Parkı hemen boşaltılacak, çadırlar kaldırılacak»; «Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum», «TEOG olayını istemiyorum, kalkacak», «ÖSYM değişecek yardımcı doçentlik kalkacak», «AKM yıkılacak»; (…)

Bu fetişizm, en büyük kent belediye başkanlarının zorla istifa ettirilmesinde biraz kırılmış olsa da, OHAL’in neden olduğu hukuk katliamları karşısında pek değişmedi. Bir kişi «OHAL uzatılacak» deyince, MGK, Bakanlar Kurulu ve TBMM, birgün içinde işlemi tamamlayabiliyor. Aynı kişinin belli kesimleri hedef göstermesi yeterli, bir gecede OHAL KHK ile binlerce kişinin «sivil ölüm» işlemine tabi tutulması için. Yine, aynı kişinin, «şu kişi terörist» demesi, mahkemelerin durumdan vazife çıkarıp o kişiyi tutuklamaları için yeterli

Dahası var; ancak, Türkiye’de tanık olunan uygulamalar, geçmiş ve/ya günümüz uygulamaları ile benzerlik taşısa da, ilk olma özellikleri nedeniyle siyasal rejim tasnifinde acele edilmemeli. Zira, faşist diktatörlük, otoriter olduğu gibi totaliter uygulamalara açık… (BirGün, 09.11.17)

Yoruma kapalı.