“ Hangi ayna? Wikileaks mi, anayasa mı? ”

- Devamı için tıklayınız -

Wikileaks’in ABD’ye ait diplomatik belgeleri yayımlaması, dünyaya, ama daha çok Türkiye’ye ayna tutuyor. Şu işe bakın: ülkemiz son yıllarda, iktidar kaynaklı dinleme, telekulak, özel hayata müdahale gibi bir “kolektif teşhir” (veya tedhiş) uygulamasına tanık oldu.

Daha büyüğü var…

Bugün ise, zalim ve mazlum yer değiştirmişe benziyor. Bu kez, “muktedirler”, daha büyük bir güç (ABD) tarafından teşhir ediliyor. Hani, “Padişahım böbürlenme…” sözü misali. Belgenin muhatapları ne kadar konuşacaklar veya savunma yapacaklar? Göreceğiz. Ama, bu konunun medya gündemini kaplayacağı kesin. Yine de ihtiyatlı olmakta yarar var. Neden? Çünkü, “sansür” veya “otosansür” ihtimali yok değil. Şimdilik görünen, kalem oynatanların çoğunluğu bu konuyu işleyecek…

Buna karşılık, “anayasa aynası” pek kullanılmayacak. Anayasa, gündemden düştüğü için mi? Tam tersine, gündemde tutuluyor. Zaten sorun da, gündemde tutma tarzından kaynaklanıyor. 12 Eylül halkoylaması üzerinden yaklaşık üç ay geçti. Ama, yeni sayfa yerine daha çok, hatta hep, eski sayfalar açıldı. Ve bu tutum, devam edeceğe benziyor. Oysa üç ay az değil. Düşünün ki, seçimlere 6 ay kaldı ve bu gidişle anayasa, sadece seçimler için “kullanılacak” bir malzeme görünümünde.

Üç “anayasal tavır”dan söz edilebilir:

-Anayasa artık değişmesin: değiştiği kadar değişti; mevcudu uygulansın!

-Anayasa değişikliğine devam edilsin; bu yolla iyileştirilsin…

-Anayasa yenilensin; 1982’nin yerine geçecek bir yenisini hazırlayalım.

Önce, “anayasal dürüstlük”:

Hangisi savunulmalı? Bu, apayrı bir sorun. Ama hangisi olursa olsun, dürüstçe yapılmalı. Mesela, Anayasa’nın yenilenmesini isterken, söylem ve eylem, bununla tutarlı olmalı. Eğer bu böyle değilse, bu durumda, yenileme bir yana, “değişmesin!” daha makbul; yani daha dürüst ve samimi bir tavır. Bunun ölçüsü ne? İki noktada düğümleniyor:

– Yeni anayasa gereksinimi yaratan alanlar üzerinde tartışmak. İşte anahtar: “Merkeziyetçi üniter devlet, lâiklik ve eşit yurttaşlık temeline dayansa da, Sünnilik, lâikliği; Türklük vurgusu ise, eşit yurttaşlığı gölgeliyor, hatta zedeliyor. Her ikisi, katı merkezyetçi yapıyı besliyor. Bu nedenle, merkeziyetçilik – adem-i merkeziyetçilik tartışması, ancak yurttaşlık-lâiklik ekseninde ele alınabilir…” (Geçen haftaki yazımın son cümleleri). Bunları tartışmadan yeni anayasa gündeme getirilmiş olur mu?

– Bu tartışmaları metne geçirme yöntemi üzerine görüş beyan etmek. Yani, anayasayı yapım tarzı yeni olmalı. Kısaca şu: yeni anayasayı, ancak yeni organlar, yeni yöntemle yapabilir.

Hep iktidar aracı mı olacak?

Bunlar yoksa veya gündeme getirilmiyorsa, Anayasa, günlük siyasi hesaplaşmaları görme aracı olarak kullanılmaya devam edilecek demektir. Örnek: Anayasa değişikliği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırmak Veya kimi anayasal kurumlar yoluyla reform görüntüsü vermek: YÖK’ü yeniden düzenlemek. Bu işin sözcülüğünü YÖK Başkanı’nın üstlenmiş olması da, pek manidar.

Her iki durum da, Anayasa’nın “iktidar aracı” olarak kullanılmasının göstergesi. Ya hesaplaşma şeklinde, ya da seçim aracı olarak tezgahlanması. Her ikisi, iktidarın süreklileştirilmesi anlamına gelmiyor mu?

Siyasi aktörler ve sivil uzmanlar farkı

Burada önemli bir ayrım söz konusu: Siyasal aktörler-“sivil” uzmanlar farkı. Siyasal aktörlerin zemini, işin doğası gereği oldukça kaygan. Çünkü, onlar iktidarı elde etmek ve onu kullanmak için sahaya çıkar. Kuşkusuz, “demokrasi bir erdem rejimidir” sözünü yabana atmaksızın, okları uzmanlara yöneltmek gerekir. Onlar için, uzmanlık alanlarına ilişkin gerçekleri ortaya koymak, aynı zamanda “bilim ahlâkı”nın da bir gereği.

Türkiye’de, ’61 ve ’82 Anayasalarına yollama yapılarak, darbe yöneticilerinin dümenine giren unvanlı ve uzman meslektaşlara eleştiri yöneltilmeye devam edilir. Ne var ki, kendini sivil yönetimlerle özdeş gören uzmanlar, daha yaygın. Esasen oklar, onlara yöneltilmeli. Çünkü, “olağanüstü ortam”dan çıkış hedefi, sivil uzmanları, askeriye ile işbirliğine yönlendirebilir. Bu, bir dereceye kadar anlaşılabiilir de. Ama olağan dönemde, eğer uzmanlar, kendilerini iktidar sahipleri ile özdeş görebiliyorsa, bu vahimdir ve ciddi bir “bilim ahlâkı” sorunu var demektir.

Sivil uzmanlar, siyasî aktörlere ışık tutmadıça, bilimsel ve toplumsal ilerlemede tökezlemeler kaçınılmaz olur. Eğer, anayasaya bu açıdan bakamayacaksak, o zaman sanal, -ama iktidar ereğinde gerçekçi- yeni anayasa söylemi yerine; var olanı savunmak, daha ahlâkî ve dürüst bir tutum olmaz mı?

Yoruma kapalı.