“ Hukuk güvenliğinin yok oluşu ”

- Devamı için tıklayınız -

Atıkların bile ayrıştırılarak torbalara konduğu bir çağda, elli ayrı konuyu tek bir kanunla düzenlemenin anlamı ne? Çöp işleme tekniğinin kanun yapma tarzının önüne geçtiği bir ülkede hukuki güvenlikten söz edilebilir mi? Önce, hukukun eksen kavramı olarak güvenliğin evrimine bakalım.

Üç güvenlik çağı: Tarihsel evrim süreci göz önüne alınarak üç güvenlik dönemi ayırdedilir: kişi güvenliği, sosyal güvenlik ve ekolojik güvenlik.

Bu ayrıma göre, şu söylenebilmeliydi: kişi güvenliği ve özgürlüğü, devletin varlık nedeni ile özdeş olduğundan çoktan güvencelendi. Sosyal haklar da, sosyal devlet anlayışıyla temellendi. Şimdi sıra, çevresel güvenlikte. Bunun için herkes el ele vermeli, yani dayanışma gerekli.

Ne var ki, bizde güvenliğin her üç halkasında ciddi sorunlar var: çevresel güvenlik sorunu katlanarak büyüyor. Ya sosyal güvenlik? Anayasadan başlanarak konu bir bütün olarak düzenlenmediği sürece, çözümü de kolay olmayacak. Yürürlüğe dün giren Sosyal Güvenlik Yasası, kotarılma şekli ve belirsizlikleriyle, getirecekleri yanında ciddi sorunlara yol açacak gibi. Kişi özgürlüğü ve güvenliği konusunda ise, yaşanan sorunlar gözler önünde…

Hukuk güvenliğine gelince, hepsini kapsayan başlı başına bir kavram. Hukuki güvenlik ilkesi, yürürlükte bulunan ve herkes için bağlayıcı olan kuralların açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir olması demek.

Ülkemizde son yıllarda yaygınlaşan yasa yapım tarzı, hukukun bu genel ilkesini, aslında hukukun kendisini altüst etmiş bulunuyor.

Çöp torbası mı, kanun torbası mı? Anayasaya uyum yasa paketleri yoluyla, birden çok yasayı tek bir kanun ile değiştirme uygulaması, geçen yıllarda hayli tartışılmıştı. Çünkü, bu uygulama ile yasalar, Anayasa’nın değiştirilen maddelerine belli ölçüde uyduruldu ama, zaten bozuk olan iç uyum ve tutarlılık yönüyle iyice zedelendi.

Fakat AKP Hükümeti ve TBMM’deki çoğunluğu tarafından kotarılan “Torba Kanun” uygulaması, tamamen farklı. Şöyle ki, artık Anayasa’ya uyum endişesi bir yana, “torba kanun”la, zaten pek zayıf olan yasallık ve hukuki güvenlik ilkesi tamamen yok edildi.

5793 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (R.G.:6.8.008), bunun tipik bir halkası.

Bu yasa ile birbiriyle ilgili ilgisiz yaklaşık elli ayrı konuya el atılıyor; teknik hukuk deyimiyle “düzenleniyor” denemez, çünkü aslında yapılan, mevcudu darmadağın etmek: Toplu konut ve özelleştirme idaresinden, Milli Eğitim Bakanlığı’na, Milli piyangodan uzman jandarma zamlarına kadar, silahlı kuvvetler personelinden telefon faturalarına kadar neredeyse”torba”da yok yok.

Bu yasa ile yasanın öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma özellikleri tamamen yok edilmiş. Dahası bu, pratik birtakım nedenlerle değil, kamu yararını ve idare hukuku ilkelerini zedelemek için, sulandırma, sızdırma ve saklama yolu kullanılmış.

Toplu Konut ve Özelleştirme İdarelerine geniş imar yetkileri veriliyor. Hükümete, Haydarpaşa’yı, Galataport’u, MEB okullarını ve DSİ gayrimenkullerini kolaylıkla satışa çıkarma olanağı tanınıyor… daha neler?

“Ülke-insan-devlet” üçlüsünde kimin yararı? Belli toprak parçası üzerinde yaşayan insanlarca gerçekleştirilen ve devlet adı verilen siyasal örgütlenme, “ortak yarar” aracıdır. Devlet adına hareket eden görevliler ise, bunun hizmetçisi durumunda. Torba Kanun ise, devleti özel çıkarların hizmetine yönlendirme zihniyetini yansıtıyor. Ülkenin doğal varlık ve değerlerini, kamu yararı ereğine yönlendirme yerine, parçalayarak metaya dönüştürme gayretkeşliği açık. İnsanın yarattığı kültürel değerleri de benzer bir mecraya koyma çabası belirgin. Torba kanunla yapılanı, piyasa ekonomisi kuralı olarak tanımlamak da mümkün değil; çünkü, bunun da kendine özgü düzenleme kuralları var. Oysa bizdeki durum, devlet adına hareket eden görevlilerin kendilerini özel çıkarların hizmetine koyma iradesi ortada.

Bu süreçte, idare hukukunun temel kuralları ile birlikte çevre-şehircilik ve imar hukuku ilkeleri de hiçe sayılıyor.

Sonuç olarak, teknolojik gelişmelerin, çöpleri ayrıştırarak ayrı torbalara doldurma gereğini beraberinde getirdiği bir çağda, siyasal irade, ekolojik dengeyi bozma eylem ve işleminde milli egemenlik kavramına –hem de bunu saptırarak ve hukuki güvenlik ilkesini hiçe sayarak- sığınabiliyor. Üstelik, bu halkaya tarihsel ve kültürel değerleri de dahil ederek. İşe, bilime saldırarak başlarsanız, sosyal güvenlik ya da kişi güvenliğinin sağlandığı bir sistem ve sosyal ortam yaratılabilir mi?

Yasaya, en azından bir çöp torbası kadar değer verebilen bir yönetime kavuşacağımız ve hukuki güvenlik ortamında kutlayabileceğimiz bayramlar özlemiyle…

Yoruma kapalı.