“ İH: Saldır-Söv-Övün-Öde-Kurtul ”

- Devamı için tıklayınız -

Aynen bize yaptıkları gibi İbrahim Bey”,

diyor eski İHDK üyesi Prof. Türkan Saylan. Konu, görevden alınan terörle mücadele temsilcisi E. Başer’in yardımcısı Y. Karagöz’ün, “Bize bir çaycı bile vermedi” (Hürriyet, 25.05.’07) sözlerine ilişkindi. Gerçi bunlar, İHDK’da yaşanan sıkıntılar yanında hiç kalırdı. Onca “tezgâh” arasında, gece yarısı makam aracıyla evine gidilen izinli bir müfettişe düzmece bir belgenin imzalatılması dahil, neler yapılmadı ki?

Başer ve Karagöz, emekli de olsalar, “general”di; görev tanımı ise, “güvenlik”ti. İHDK üyeleri ise, doğal olarak İH savunucuları idi; unvanları da “sivil”di.

Hükümet, görünürde İH’den yanaydı; tıpkı, birçok resmî ve resmî olmayan kişi ve kurumun tavrı gibi. Başbakan’ın İH’den ve dolayısıyla İHDK’dan sorumlu Bakan olarak görevlendirdiği Sn. Gül ise, Yasa’ya rağmen, işi bürokratlara havale etmişti. Böylelikle, İH gönüllüleri, akla sığmayan engellemelerle aşağılandı, dışlandı ve darmadağın edildi.

Yetkilerini İH ihlâlcilerine karşı değil, savunucularına karşı kullanan Hükümet ve İdare kervanına, Yasama mensupları da katılmıştı. Örneğin, gündem dışı konuşmasıyla (26.ıo.’o4) TBMM kürsüsünden S. Sarıbaş, “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu” ekseninde İHDK üyelerine şu küfrü savuruyor: “Entel devşirme, zehirli salyalarını akıtan kişiler, dışarıdan görev alanlar, Türk milleti kelimesinden nefret edenler, hainler, Türkiye Cumhuriyeti’ni ayırmaya çalışanlar, Barzani’nin danışmanlığını yapan şahıslar, liboşlar, finoşlar, Türk düşmanı, …. azınlık arayanlar analarına, babalarının kim olduğunu bir kez daha sorsunlar”.

Ceza yargıçları ise, yasama dokunulmazlığı nedeniyle, sövücü S.S.’nin soruşturulmayacağım iki yıl arayla beyan ettikleri halde (15.2.’05-22.2.’07); dosyayı TBMM Başkanlığı’na gönderme gereği duymuyor. Hukuk yargıcı, S.S.’yi hakaretten tazminata mahkûm edince, bu kez Yargıtay’a koşarak, kendini savunuyor. Sırf 10.000 YTL’den sıyrılmak için, “Ben onlara sövmedim” diyebiliyor. Mahkeme üyelerinin çoğu, küfür ve hakaret içeren sözleri “ifade özgürlüğü” olarak kabul ederek, mahkûmiyet kararını bozuyor (16.1.’07).

1 Kasım ‘te, İHDK Başkanı’nın elindeki Rapor, Kamu-Sen temsilcisi F.Yokuş adlı saldırgan tarafından kameraların önünde yırtılıyor. Fiilî saldırı ile yetinmeyen F.Y., “üç beş tane sapık profesör” vb. sözleriyle, sövmeye devam ediyor (8.ıı.’07). Böylece, suçları artıyor: kamu görevini fiilî saldırıyla engelleme, ifade özgürlüğüne müdahale ve toplumun Rapor hakkında bilgilenme hakkını perdeleme, İHDK Başkanı’nın kişilik haklarını basın-yayın yoluyla sürekli ihlâl ve yaşam hakkını tehlikeye düşürme…

Suç yeri (Başbakanlık), suçu işleyen (kamu görevlisi), suçun konusu (ifade özgürlüğü) ve mağdur (resmî görevli) yönünden, hafifletici nedenler yok. Sanık, pişmanlık da duymuyor: “Bin kez olsa, yine yırtarım”. Eylemlerinin karşılığı 5 yıl gerektirirken, sadece “kamu görevini engelle-me”den alt sınır hapis cezasına (6 ay) çarptırılıyor, bu da 3.600 YTL adlî para cezasına çevriliyor.

“Sapık değil, sabık dedim” diyerek, “söv-me”den sıyırmaya çalışan F.Y. hakkındaki karar: “Sanığın basında yer alan İzmir’de çağdaş Eğitim Kolejinde düzenlenen iftar yemeği sırasında sarfettiği katılanlara yönelik sözlerden dolayı açılan hakaret suçundan BERAATİNE…” (24.5/07).

“Saldırganlıktan sabıkalı sendikacı” sıfatını almaya hak kazanan F.Y, İH’na saygının temelini oluşturan “insan onuru”nu, tam tersine İH’nı ihlâl eylemiyle özdeşleştiriyor: “Bu cezayı, şeref ve onurla taşıyacağım” (Ortadoğu, 2j.s.,oj).

İH’nın korunması, erkler ayrılığının varlık nedeni. Oysa erklerin kendileri, İH’nı ihlâl ettiği gibi, edenlere de kanat gerebiliyor. Buna, özgürlükler bekçisi olan basın da dahil. Bir TV programında CB adayı A. Gül’le sohbetin boyutları, Gül’ün soyunun ne denli saf olduğu noktasına uzanıyor; ama hiçbir gazeteci, Gül’ün İH karnesini açmıyor.

Gelinen nokta: birey özgürlükleri-kamu makamlarının yetkisi arasındaki denge bir yana, yetkilerin kötüye kullanımı, kaba güç, küfür, sövme, hakaret in, hak, özgürlük ve hukuk out.

Ve yine, T. Saylan’ın feryadı: “ANAP-DYP birleşti ve DP oldu. Artık hukuken ANAP adında bir parti olmadığına göre, Anayasa değişikliği ANAP adına nasıl oylanabilir?” Gündemi anayasal-si-yasal zorlamaların belirlediği, küfür ve sövmenin “onur” vesilesi olarak algılandığı bulanık ortamda, bu hukukî-fiilî durum ayrımına bir tıp profesörünün dikkat çekmesi bile umut verici…

Yoruma kapalı.