“ İktidar gerildikçe, özgürlükler geriliyor... ”

- Devamı için tıklayınız -

Geçen ay AB Komisyonu’nca hazırlanan 2010 İlerleme Raporu vesilesiyle, medyada, Türkiye’nin İnsan Hakları (İH) karnesi üzerine haber ve yazılar yer aldı. Muhtemelen yarın da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) 62. yıldönümü vesilesiyle konuşmalar yapılacak, yazı ve haberler çıkacak…

İnsan hakları ve “iktidar penceresi”

Fakat, asıl kaygı duyulması gereken, Türkiye’de İnsan Haklarında genel bir gerileme olmasına rağmen, bunun adını koymak için ortak paydadan yoksun olmak. Nedeni şu: konuya bakışta,“iktidar penceresi” belirleyici. Olumsuz İnsan hakları tablosuna, bir kesimin adeta sadece “iktidar penceresi”nden; diğer bir kesimin ise, “iktidar penceresi”ne bakıyor. İki zıt bakış açısı, olsa olsa olumsuz bir ortak paydada buluşabiliyor: hak ve özgürlük ihlallerini bir bütün olarak görememek…

Şöyle: Türkiye, İH sorunlu bir toplum. Bu bugünle sınırlı değil. Özgürlük düşmanlığı öğe ve özellikleri içselleştirmiş bulunan bir kültür: kaba güç-şiddet eğilimi, ırkçı milliyetçilik, dinsel ve genel hoşgörüsüzlük…

Bu tablo, bir veri olarak kabul edilebilir. Gerçi İH sorunu, insan-kamu gücü ilişkisinde ortaya çıksa da, bu ortamda, yatay ilişkiler bağlamında tanık olunan ihlâlleri, kamu güçlerinin önlemekte zorlanacağı açık…

Kolluk gücü, kimin bekçisi?

Burada, daha çok giderek belirgin bir hale gelen, “kamu gücü”nden kaynaklanan ihlâllere dikkat çekilecek. Yasama-yürütme ve yargı organları bütünü, ihlâl edici konumda. Fakat, bunlar içerisinde, yürütme ve onun emri altında görev yapan kolluk güçlerinin yol açtığı ihlâller, öne çıkıyor.

Kolluk, yasanın olduğu kadar hakların da bekçisi. Hangisi öncelikli? Yasa, insan için olduğuna göre, yasanın birey özgürlüğü ile kamu düzenini bağdaştıracak biçimde uygulanması gerekir.

Kolluk uygulamaları, Hükümetin denetimi ve sorumluluğu altında. Ama kolluk güçleri, fikri bastırmakla değil, düzeni bozucu eylemleri önlemekle görevli. Eğer eylem yerine fikre yönelirse, polis kamu düzeni ve özgürlüklerin değil, siyasal rejimin, hatta işbaşındaki hükümetin bekçisi konumuna gelir. İşte “polis devleti”, “kanun devleti” bile değil…

Orantılı güç/şiddet ne demek?

Polis orantılı güç kullanmalı veya polisin şiddet kullanımı ölçüsüz gibi deyimler, 1 Mayıs olaylarından bu yana sıkça yinelenir farklı çevrelerce. Bu, sorunlu, hatta tehlikeli bir söylem. Çünkü, polisin zor kullanması, ancak gereklilik varsa meşru. Yine, kullandığı araç amaca uygun olmalı; yani, elverişli araç kullanmalı. Orantılı olma kaydı ise, üçüncü aşamada test edilir. Yani, müdahale gerekli olacak, bunun için elverişli bir araç kullanılacak ve bu ölçülü olacak…

Sosyolog ve psikologlar, şu soruya yanıt aramalı: resmî görevlilerin şiddet kullanımı ile, toplumda giderek artan ve öldürme ile sonlanan şiddet arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

İhlâl halkaları geniş…

Özgürlüklerin bastırılması, Hükümete eleştiri yöneltmek, protesto etmek veya bu amaçla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmakla sınırlı değil. Hak ve özgürlükler bütününe yönelik bir saldırı ekseni oluşmuş bulunuyor. Burada düşündürücü olan, varlık nedeni, özgürlük öznesi bireylerin dingin birlikteliklerinin güvencesi olan Hükümet’in konumlanma şekli. Hak ve özgürlük ihlâlleri karşısında sergilenen siyasal tavır, daha çok, ihlâlcileri koruma ve savunma, mağdurları ise püskürtme şeklinde…

Sosyal haklar ve çevresel haklar da, böyle bir siyasal anlayıştan en çok etkilenen kategoriler. Mesela, Anayasa değişikliği ile idare yargıcına açıkça, “yerindelik denetimi yasağı” getirildi. Bunun anlamı şu: yargıca, “ben yüzde yüz zam yapsam da buna karışamazsın…”. Oysa, yargıç burada pekala ölçülülük ilkesini kullanabilir. Ya da hidroelektrik santrali için, doğal ortama zarar verici bir tercih yapılmış ise, yargıç, “açık takdir hatası” ölçütünü kullanarak ilgili idarî kararı iptal edebilir. Ne var ki, Anayasa değişikliğini savunanlar, bunları hep göz ardı etti.

Acaba, değişikliğe neden evet dendi? Özgürlükleri mi, yoksa iktidarı pekiştirmek için mi? Herhalde Türkiye’de temel sorun, iktidarın kendisi kadar, sözüm ona, özgürlük adına iktidarı kışkışlayanların ortalığı kaplaması…

Özetle, ülkemizde İH kavramının algılanış tarzında ciddi sorunlar var. Hak ve özgürlüklere bakışta “iktidar penceresi” belirleyici olduğu sürece, güvencelerden çok ihlâllerin artması ve çeşitlenmesi de olağan bir süreç gibi görülmeye başlar. Eskiyen iktidar gerildikçe, İnsan hakları da geriliyor. Ya İHEB? Yaşlandıkça uzaklaşıyor gibi Anadolu’dan…

Yoruma kapalı.