“İNSAN HAKLARI KORKUSU” YAYICILIĞI…

“İNSAN HAKLARI KORKUSU” YAYICILIĞI…

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) giderek değer kazanıyor: İnsanoğlu, İHEB ideallerine yaklaştığı için mi, yoksa ondan uzaklaştığı için mi? 1948-2012: tam 64 yıl. Ne var ki, insan haklarına (İH) saygı kültürü, İnsanoğlunun azınlığı ile sınırlı. Ya Türkiye?

İnişli-çıkışlı dönemlere karşın, İHEB ilkelerine bağlılık, Türkiye için genel olarak önem taşıdı; çünkü, İslâm âlemi, evrensellik fikrine genellikle mesafeli durdu. Bunun başlıca nedeni şu: kadını, erkekle eşit hukukî konuma yerleştirmeyi kabullenememek.

Şimdi ise, Arap-İslâm dünyasında “demokrasi” paravan yapılarak verilen kavga, İH açısından “evrensel anlayışı” kabul edip edememe noktasında düğümlenmekte. Eğer evrensel anlayış kabul edilirse, insan ve toplum ilişkilerinde “eşitlik” ekseni ve“özgür düşünce” öne çıkarılacak…

Türkiye’de, son on yılda İH alanında, saygı yönünde mi, yoksa ihlal yönünde mi yayılma daha fazla?

Yanıt için üç ölçüt kullanılabilir:

– AB ilerleme raporları,

– İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararları,

– Ülkede yaşananlar.

AB raporları ve İHAM kararları, saygıdan çok ihâlin önde olduğunun resmî kanıtları. Ya oralara yansımayan (veya henüz yansımayan) ihlâller?

Bu konuda, İH bütününe yönelik genel ve çok yönlü ihlâllerden çok, hakların “sert çekirdeği” ile yetinmek, fikir verici olabilir. Ne demek sert çekirdek? Herkesin, her zaman ve her yerde yararlanması gereken dokunulmaz alanlar: Yaşam hakkı, işkence-kötü ve aşağılayıcı muameleye tabi tutulma yasağı; düşünce inanç özgürlüğü, yasaları kişi özgürlüğü aleyhine geçmişe yönelik uygulama yasağı.

Bu çizelgeye, bu güvenceleri anlamlı kılan özgürlük ve güvenlik hakkı, toplanma ve gösteri özgürlüğü, ifade özgürlüğü eklenebilir. Bir de, bunların siyasete dönük yüzü olarak, demokratik muhalefet hakkı.

Bu konularda 10 yıl öncesine göre ileri olduğumuzu içtenlikle söyleyebilecek kaç kişi çıkar?

Zihniyet veya insan haklarına bakış açısı, daha belirleyici: insan ve toplum sorunlarına kuşkucu, sorgulayıcı ve eleştirici akıl ışığında çözüm bulma gerekliliği, yerini başka tercihlere bırakıyor… Özgürlükleri ve insan haklarını, siyasal aidiyete göre algılama ve kullanma alışkanlığı, giderek siyasal söyleme hâkim oluyor.

Yaptırım, bir kişiyi düşüncesi nedeniyle hapse atmak değil sadece: demokratik muhalefet alanını sınırlamak, iktidar çoğunluğu gibi düşünmeyenlere farklı işlem yapmak, onları çoğunlukçu akım yönünde düşünme ve davranmaya yönlendirmek…

İslâm mı demokrasiye uyarlanmalı, yoksa demokrasi mi İslâma? İHAM, Refah Partisi kararında Türkiye koşullarında bunun öncüllerini saptadı. Şimdi, Mısır’da ve kısmen Tunus’ta, demokrasiyi dine göre şekillendirme hareketi, İHAM kararına tamamen aykırı…

İnsan hakları, demokrasinin alt yapısı olduğuna göre, İHEB ilkeleri, sahiplenilmesi gereken asgari değerler açık olarak algılanmalı. Bu belge, İH uluslararası hukukunda bağlayıcı özellik (jus cogens) kazanmış bulunuyor. Ne var ki, İH’nı evrensel özelliğinden uzaklaştırma ve indirgeyici politikaları eksik etmeyen, ama, “islamofobia” tehlikesinden sürekli söz eden yöneticiler, tersine,“laikofobia” ve “insan hakları korkusu” yayıcılığı yapıyor…

Ne yapmalı?

İH’nın evrimci ve bütüncü özelliğini, hükümet politikalarının merkezine yerleştirmek için, insan hakları savunucularının” birlikte” çok yönlü çabasına ve mücadelesine ihtiyaç var: İH bilgisi ve duyarlılığı, İH direnci ve örgütlenmesi ile devam ettirilmeli. Yöneticilerin her geçen gün yeni ihlâl yöntemlerini uygulamaya koymayı alışkanlık haline getirdiği bir ülkede, buna karşı koymak için yeni yol ve usuller üzerinde kafa yormada daha fazla gecikirsek, iş işten geçebilir…

Yoruma kapalı.