İnsan Haklarına Yönelik Örtülü Bir Tehdit: 3 D Eksiği

İnsan Haklarına Yönelik Örtülü Bir Tehdit: 3 D Eksiği

I – Hukukta bir insan hakkından söz ederken, o hakkin “öznesinin, konusunun ve muhatabı”mn belirlenebilir olması, ölçüt alınır. Kİmin hangi hakkı ihlal edildi ve bunun sorumlusu kim? İhlâl edilen bir hak karşısında onun mağduru karşılaşmış olduğu engeli etkili bir başvuru yoluyla kaldırabiliyorsa ve sorumlu kişî yaptırıma tabi tutulabiliyorsa, o zaman bir hakkın varlığından hukuken söz etmek mümkündür.

“Hak ihlâli”, kullanım olarak genel kabul görmüş bir deyim olsa da, nüansları ve farklılaşmaları göz ardı ettirmemeli: İnsan haklarına saygı göstermeme, insan haklarını ihlâl etme (zedeleme), insan haklarını yok etme… Hukuk her zaman bu ayrımları doğrudan yapmayabilir. Ancak öngördüğü güvence ölçütleri ve sınırlama nedenleriyle, söz konusu farklılaşmaları, açıkça olmasa da, dolaylı biçimde yansıtır.

Hukukun insan haklarına ilişkin ortak çözümleri ya da kuralları yanında, bir hak veya özgürlükten diğerine değişen kural ve kriterler de az değildir. Bu da insan haklarının doğası gereğidir. Çünkü, “özne-konu-muhatap” üçlüsü, farklı ilişkiler örgüsünde ortaya çıkar. Başka bir anlatımla, bazı haklarda insan-insan ilişiisi belirgin olduğu halde, diğerlerinde birey-grup ya da örgüt, yine insan-mal mülk (para dahil) ilişkisi ya da insanla mekân ilişkisi belirleyici olabilir. Bunlara yurttaş-kurum ilişkisi eklenebilir. Kurum daha çok hak ve özgürlükler için asıl tehdit kaynağı olan devlet organları tarafından temsil edilmektedir.

Değinilen ilişki tarzlarından bağımsı olmayan bir başka farklılaşma faktörü de, mekân ve zamandır. Hangi özgürlük, kimin tarafından, ne zaman ve nerede kullanılmaktadır?2

Hukukun işlevi, gerek ilişkiler örgüsüne göre, gerekse farklılaştıra öğeler (özne, konu, zaman ve mekân) yönünden özgül kurallar koymak ve kendine özgü düzenlemeler yapmaktır.

II – Bu ön açıklamalar, insan hakları alanında hukuki toplum diyalektiği üzerine ipuçları şeklinde anlaşılabilir. Bu bakımdan İnsan haklarına ilişkin hukuk kurallarını3 yapanlar, toplumsal Örüntüler ağı ile hukuk ilişkisini çok iyi tahlil etmek durumundalar. Hem insan hakları hem de toplumsal yapı üzerine bilimsel bilgi, toplumsal talep olarak öne sürülen bir hakkın hukukileşme sürecinde gerekli malzemeleri sağlar.

Hukuken tanınması ve güvencelenmesi ile ancak insan haklarının varlığından söz edilebilirse de, bunların toplum üyelerince algılanması kadar mevcut toplumsal ortam ve koşullar, ilgili özgürlüğün uygulanma derecesini belirler. Denebilir ki, hukuk İnsan hakları için bir üstyapı işlevi görüyor ise, toplum bunun altyapısını oluşturur.

İnsan hakları uygulaması ile hak öznelerinin bilgilenme derecesi arasında doğru orantının bulunduğu bilinmektedir. Fakat bu doğru orantı, iki tamamlayıcı Öğe ile sağlanabilir. Birincisi, bilginin sadece hak öznesinin kendisinin hakkı için değil, hemcinslerinin hakları için kullanabileceğinin bilincinde olmak; diğeri İse -ilkine bağlı olarak- bilgi iletişim ağını işletmek. Böyle bir iletişimin temeli, kuşkusuz hak özneleri olarak, bireysel ve birey-lerarası iletişimdir.

İşte bu yatay ilişkiler ağında, “dinleme, dikkat ve duyarlılık” üçlüsü, insan haklarını ilerletmede psiko-sosyolojik bir faktör olarak öne çıkmaktadır.

III – Dinleme, dikkat ve duyarlılık: Toplum üyeleri günlük yaşamlarında, meslekî faaliyetlerinde, birbirlerini ne derecede dinliyorlar? Dinleme, dikkatli olunduğu ölçüde amaca ulaşır.4 Dikkatin, dinlemeden daha genel ve geniş bir alanı kapsamına aldığını gözardı etmeksizin, bu denemede, dikkatin dinleme ile ilişkisi yönüyle sınırlı kalınacak.

Bir kişinin yüzyüze, telefonla (ses) iletişimi ya da mektupla (yazılı olarak) aktardığı bilgiler, muhatabınca belleğe ne oranda kaydediliyor? Bu şekilde edinilen bilgiler, üçüncü kişilere ne ölçüde aktarılabiliyor? Karşı tarafı dirîleme ve anlamada, bunu istenilen üçüncü kişilere ya da kurumlara aktarmada, dikkatin payı gözardı edilemez.5

Dinlemeye ilişkin bu genel saptama yanında, farklı olanı dinleme ve onu algılamaya açık olma sorunu var ki, bu da özellikle belli hak ve özgürlük kategorilerİyle ilişkilidir. Düşünce ve ifade özgürlüğü, farklılıktan aykırılığa, hatta çelişkili olanına6 kadar, geniş bir yelpazeye yayılır. Tartışma özgürlüğü, dinleme yetisinin kullanılması, bu yetinin farklı olana doğru açılımını da kapsamına alması ölçüsünde kullanılabilir. Zira, farklı fikir ve görüşlerin çatışması boyutuyla tartışma özgürlüğü, tartışma kültürünü, bu da karşıt görüşleri dinleme ve algılama sürecini gerekli kılar.7

Dikkat ve dinleme yetisini kullanan kişinin, bu melekeleri daha az kullanan kişilerden daha çok duyarlı (hassas) olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Duyarlı kişi, insan haklarına saygılı olmanın ötesinde, hak ve özgürlüklerin ihlâli karşısında da tepki gösteren bireydir. Gerçekten, haklar toplumu, bireylerin sadece kendi hakları ihlâl edildiğinde haklarını aramakla yetindikleri bir toplum değil, aynı zamanda başkalarına yönelik hak İhlâllerine karşı tepki verebilen bireylerin çoğunlukta bulunduğu bîr toplumu ifade eder İşkence ve kötü muamele, İfade özgürlüğünün sınırlanması, çevrenin kirletilmesi gibi hak ve özgürlük ihlalleri, bireysel ve toplumsal duyarlılığın kesişme noktalarıdır. Özgürlük ihlâlleri karşısındaki duyarlılık, eşitsizliklere karşı tepki ile tamamlanır. Başka bir anlatımla, hak ve Özgürlüklere saygı duymamanın neden olduğu doğrudan İhlâl ile büyük toplumsal eşitsizliklerin yol açtığı dolaylı İhlâl, duyarlı yurttaşları rahatsız eder. Özgürlük ve eşitlik denklemi her ikisini kapsayıcı bir yaklaşımı gerekli kılar.

Bu söylenenler “bilgi” ile bağlantılıdır.

IV – Bilgi, insanın haklarını tanıması İçin gerekli ise de, hak özgürlükleri aynı zamanda toplumsal bağlamında algılamaya yönelik olmalıdır. Başka bir anlatımla, insan hakları bilgisi, hukuken sahip olunan haklar yanında bunların oluştuğu ve kullanıldığı toplumsal ortam ve koşulları da kapsamına alır. Kuşkusuz, bireyin formasyonu mesleği ve toplumsal konumu, bilgi alanı ve derecesi

formasyonu, bakınımdan göz önüne alınabilecek etmenlerdir.

Bir hekim ve mühendisin, insan hakları üzerine sahip olacağı bilgi ile bir hâkim ya da insan hakları savunucusu örgüt temsilcisinin bilgisi farklı olacaktır. İnsan hakkını tanıma yönünden genel olarak “hakkın öznesi” sıfatı ile özdeşleşen birey (veya yurttaş) ile insan hakları uzmanları, iki ayrı uçta yer alırlar. Sorun, her iki kesim arasında insan hakları bilgi akışının nasıl ve ne derecede sağlandığı noktasında düğümlenmektedir. Eğitim ve öğretim kurumları, basın ve yayın kuruluşları ile sivil toplum örgütleri, insan hakları bilgisini işleyen, yansıtan ve aktaran (kimi zaman uygulayan) başlıca aktörlerdir.

İnsan haklarının bilimsel temellerde İncelenerek, ortak kurum ve kavramlarının belirlenmesi de, felsefecilerin, sosyologların ve hukukçuların, hatta siyaset bilimcilerin hem ayrı ayrı hem de birlikte çabasını gerekli kılmaktadır. İnsan haklarının gerektirdikleri, güvenceleri ve sınırlanma ölçütleri üzerine, yine ayrı ayrı her hak kategorisinin açıklanması konusunda sahip ayrı olunan birikimin ve ulaşılan çözüm tarzlarının paylaşılması vazgeçilmezdir.8

Son noktadan geriye dönerek, “bilimsel verilere dayalı insan hakları bilgilerinin belirtilen üç kanaldan (eğitim-öğretim, basın ve yayın kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle) herkese ulaştırıl-ması”nın önemine yeniden vurgu yapılabilir. Bunlar, herkese, her zaman ve her yerde gerekti bütün İnsan hakları bilgileridir.

İnsan hakları duyarlılığı, bilgi temelinde yaratılabilir. Dikkat ve dinleme açığı, duyarlılığın artması- ölçüsünde kapatılabilir.9 Temel İşlev, bilgiye yüklenmekle birlikte, (dikkat ve dinleme eksiği dahil) ilgisizliği duyarlılığa dönüştürmede, bireysel ve kolektif duyarlılığı aşındıran olumsuz ortak kültürel mirası aşma iradesi de hesaba katılmalıdır. Nedir bunlar?

V – “Olumsuz ortak mirası” aşmak öncelikle, insan haklarının temel ilkelerine ve bir toplumda temellendirilmesine ters düşen ortak söylemin sorgulanmasını gerekli kılar. Başta, atasözleri ya da deyişler gelmektedir. Sayıları onlarla ifade edilen sözler10, İnsan hakları ile bağdaşmayan haçta insan hakları ilkelerini dışlayan olumsuz değer yargılarının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Yine … “birşey olmaz”, “boşver”, “kaderde varsa”, “takdîr-i ilâhî” vb! sözlerde, değinilen atasözleri ve deyişler gibi, üç D eksiğiyle örtüşen ve insan hakları ilkelerini geçersiz kılan yaklaşımları sergilemektedir.

Dinsel bağnazlık da insan hakları duyarlılığım törpüler.11

Hukuk ve siyaset düzleminde, iktisadi ve sosyal bakımdan büyük dengesizlikler, yani derin toplumsal eşitsizlik, işsizlik ve yolsuzluklar, çete ve mafya olgu ve söyleminin günlük yaşama girecek derecede yaygınlaşması, insan hakları ortak kültürünün yerleşmesinin önündeki başlıca engellerdir.

Engeller karşısında yapılması gereken nedir? Şudur: olumsuz ortak mirası oluşturan Öğeleri sorgulayarak mahkûm etmek, yani bunları toplumun ortak belleğinden silmektir. Bu, insan haklarının ilerletilmesine elverişli değerlerin savunulmasıyla mümkündür.

VI – Şu halde çözüm için, yani dinleme, dikkat ve duyarlılık İçin yine insan hakları bilgisi, kalkış noktası olarak alınabilir. Bu bilgi, gerçekleri yansıtan doğru bilgidir. Eleştiri ve sorgulama süzgecinden geçen bilgiler sözkonusudur. Bu nedenle insan haklarının gerekleri, ancak bilim ve araştırma özgürlüğüne elverişli ortam ve koşullarda ortaya konabilir. Başka bir anlatımla, hak ve özgürlükler, klasik resmî devlet kurumları dışında ele alman bir disiplindir. Kuşkusuz bilgilenme hakkı, insan hakları alanında devlet kurumlarına, bu hakkı karşılamaya yönelik Ödevler yükler.

Doğru bilgilendirmek, bu konunun bir uzmanlık işi olduğunu gözardı etmeksizin, sorunu ortaya koymak ve buna çözüm bulmak, “kamu-özel” ayrımının insan hakları yoluyla gözden geçirilmesini gerekli kılar. Bunun yönü, ben ve o veya biz ve onlar ya da yönetilenler ve yönetenler ayrımını aşmayı hedeflemek olmalıdır.

Böyle bir yaklaşım, aynı zamanda klasik İktidar anlayışından uzaklaşmayı gerekli kılar. Tek yanlılık, üstünlük ve kendi dilediğini başkasına yaptırma şeklinde tanımlanan iktidar, paylaşım temeline dayanan insan hakları etkinliği ile bağdaşmayacağından, hak ve özgürlükler, gücü simgeleyen iktidar olgusuna karşı başlıca siper olarak ilerletilmelidir.12

Şu halde, toplumsal ve kamusal mekânda “3 D eksiği”ni giderici çözümlerin geliştirileceği yer, hak ve özgürlükler yani yurttaş mekânlarıdır. Toplumsal dayanışma ve kamusallık bilinci,  üzerinde  durulması  ve  açılması gereken kavramlardır. Haklar ve Özgürlükler, hukuk devleti kadar, hukuk toplumunu da gerekli kılar. Hukuk toplumu, sadece “devletin resmî kurumlarının koyduğu kurallara bireylerin uyması” şeklindeki tanıma indirgenemez. Hazırlanmasına ilgili kesimlerin katılımı sonucu yürürlüğe konmuş olan nitelikli kurallara gönüllü saygının gösterildiği toplum, kullanılan deyime denk düşer. Dayanışma ve kamusallık  bilinci güçlü olan  toplum,  “egosantrik” yaklaşımı aşabilir. İnsan hakları, hakkın öznesini, içinde bulunulan sosyal ve iktisâdi ortam ve koşullar yanında insanın içinde yer aldığı mekân (yani çevresel koşullar) bağlamında gözönüne almalıdır. Kamusallık bilinci, sadece bireylerarası ilişkiler ekseninde değil, çevre-İnsan ve resmî kurumlar bütününde temellendirilebilir.

Devlet terörünün Yeri

Yatay ilişkiler vurgusuna dayalı “3 D açığı”nın aşılması, insan hakları için asıl tehdit öğesi olan devlet organlarının, hak ve özgürlüklere saygı yönünde dönüşümü için toplumsal bir gerekliliktir.

1Klasik insan hakları kuramına bağlı uzmanlar, yeni haklara ve özellikle “çevre hakkı”na teknik olarak bu açıdan son yıllara kadar karşı çıkmakta idiler

2Aynı özgürlüğün kullanımı, öznesinin bir kadın, bir çocuk, bir özürlü, bir işsiz veya bir işveren olmasına göre değişir.

3İnsan haklarını hukuk düzleminde (ya da hukuki açıdan) inceleyen kimi uzmanlar, dilimizde özellikle İngilizcenin etkisiyle “insan haklan hukuku” (human rights law) deyimini kullanıyorlar. Biz, “hakların hukuku ya da haklar hukuku” deyimi yerine, kapsayıcıhğım göz önüne alarak “özgürlükler hukuku” deyimini yeğliyoruz.

4Dikkat, davranışa yansıyan yönüyle, insan haklarına saygıda dışavurum öğeleri yönünden, gözardı edilmemesi gereken bir faktördür. Genel bir mekânda yürüyüş tarzından araba kullanmaya, belli bir meslekî faaliyeti icradan kamusal mekândaki davranışa kadar, genel dikkat ya da dikkatsizlik, hak ve özgürlüklerin daha çok saygı görmesini sağlayabileceği gibi daha çok ihlâl edilmesiyle de sonuçlanabilir.

5Kuşkusuz konu bellekle de bağlantılıdır; ama bellek zaafını telâfi edici ikincil Önlemler alınabilir, telefon görüşmesini kaydetme gibi. Bu noktada konunun önemsenme derecesi, bir başka ama ikincil değişken olarak kaydedilebilir.

6Bu, İnsan Haklan Avrupa Mahkemesi kararlarına geçtiği (ve Yargıtayca da yenilerde benimsenen) şekilde, rahatsız edici, hatta şok edici de olabilir.

7Demokratik rejimin temelinde ve mekanizmalarında, farklılıkların yarışması ve çalışması sürecinde, tartışma kültürü yer almıyor mu? Dinleme algımız, farklı fikirlere ne derecede açık? Ya da onları kendi kanaatlerimizle çatıştırma yetimizi ne denli kullanabilmekteyiz?

8İnsan haklarının ortaya çıktığı ve uygulandığı ilişkiler zinciri, ihlâl kaynaklarını ve güvence ölçütlerini farklılaştırmaktadır. Bu nedenle, yurttaş-devlet ilişkisi, insan hakları sorununun başlıca kaynağı olsa da, yatay (yani bireylerarası) ilişkiler alanı da insan haklan sorununu ortaya çıkarır.

9Eğitim ve öğretim kurumlarında verilen bütün bilgilerin söz konusu üçlü bağlantı içerisine işlenmesi gereğine işaret etmekle yetinelim.

10Bu konuda Av. A. Kemal Ferlengez, “Kahvehanelerde İnsan Hakları ve Demokrasi” projesi kapsamında İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nde 20.09.2004’te gerçekleştirilen “İnsan Hakları ve Demokratik Katılım” konulu panelde yaptığı konuşmada, “Kötü Atasözleri ve Deyişler”i şöyle sıralıyordu:

“Devlet mak deniz, yemeyen domuz”, “Alan memnun, satan memnun”, “Bal tutan parmağını yalar”, “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın”, “Bana yok, içine bok”, “Benden sonrası tufan”, “Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar”, “Anasına bak, kızını al”, “Eti senin, kemiği benim”, “Çocuğu, testiyi kırmadan döveceksin”, “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Dayak cennetten çıkma”, “Ağlamayan çocuğa meme vermezler”, “Elinin hamuruyla erkek işine karışma”, “Saçı uzun, aklı kısa”, “Eksik etek”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “Vur abalıya”, “Altta kalanın canı çıksın”, “Düşenin dostu olmaz”, “Düşene bir tekme de sen vur”, “Parayı veren düdüğü çalar”, “Paranın dinî, imanı olmaz”, “Şık şık eden nalçadır, iş bitiren akçedir”, ”Paranın açmadığı kapı olmaz”, “Paranın satın alamayacağı şey yoktur”, “İyilik yap, belânı bul”, “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış”, “Merhametten maraz doğar”, “Paran çoksa kefil ol, aklın yoksa şâhit ol”, “Yemeyenin malını yerler”, “Domuzdan bir kıl koparsan kârdır”, “Minareyi çalan, kılıfını hazırlar”, “Yalandan kim ölmüş”, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”, “Sürüden ayrılanı kurt kapar”, “Gözünün yaşına bakmayacaksın”, “Götürürsen tam götüreceksin”, “Bükemeyeceğin eli öp”, “Düşün düşün, boktur işin”, “Taçlanan baş değişir”, “Erken öten horozun başını keserler”, “Üzümünü ye, bağını sorma”, “Dilini tutan, başını kurtarır”, “Herkesin bir fiyatı vardır”, “Bedava sirke baldan tatlıdır”, “Etliye sütlüye karışma”, “Söz gümüşse sükût altındır”, “Duymadım, görmedim, konuşmadım”, “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü”,

11Hangisi olursa olsun, mutlak gerçeklik söylemiyle insan davranışlarım ölümden sonraki yaptırım tehdidiyle belli kalıplara sokmaya çalışan din, insan hakları ile bağdaşmaz. Toplumlararası ilişkilerde de dinsel motifin payı (önyargılar, stereotipler…) oldukça yüksek. AB-Türkiye ilişkilerinin rasyonel temellere oturtulamamasında müslümanlığın olduğu kadar hıristiyanlığın olumsuz etkisi gözardı edilebilir mi?

12Bilginin paylaşım, ve başkası yararına yarışma hedefinde bir uğraşı olan insan hakları etkiniliği (bunlara sivil toplum örgütleri dahil) iktidar olgusu ile çelişir. Gerçekten paylaşmama ve eşit olmama anlayışına dayalı iktidar hâkim olma ve yetkiyi kötüye kullanma eğilimleriyle nitelenir.

Yoruma kapalı.