Toplantımızın başlığı “Nasıl Bir Anayasa İstiyoruz? ” Gerçi bizim başlık ” Haklar ve Özgürlükler Rejimi Ne Olmalı? ” anayasanın biraz daraltılmış gibi görünen bir konusu ama “Nasıl bir anayasa istiyoruz?” sorusu zannediyorum hak ve özgürlükler konusunu da tam tamına yerli yerine oturtabilecek bir başlık.
Bunun için belki bir iki hatırlatma yapmakta yarar var. “Nasıl bir anayasa istiyoruz?”:
1) Bütün ülkede yani “heryerde” uygulanacak bir anayasa istiyoruz.
2) “Herkes için” uygulanan bir anayasa; yani dağdaki çobana da Çankaya’daki Cumhurbaş-kanı’na da…
3) “Her zaman için” geçerli olan bir belge, yani sadece bugün için değil geleceğe yönelik olarak da uygulanacak bir belge.
Bu bakımdan “her yerde”, “herkes için” ve “her zaman” geçerli olacak belgeyi nasıl yapabiliriz? Bu, hem ‘yöntem’ konusunu beraberinde getiriyor hem de ‘içerik’ konusunu. Öyle bir içeriği olmalı ki gerçekten “heryerde”, “herkes için” ve “her zaman ” uygulanabilsin. Aynı zamanda, öyle bir yapım tarzı uygulamalıyız ki “her” şeklinde kullandığımız üç sıfatta doldurulmuş olsun.
Zannediyorum şu anda Türkiye’nin yaşadığı ciddi sorun, bu açılardan sorulan sorulara gerekli yanıtı verememiş olmamızdan kaynaklanıyor. Bir Anayasacı olarak, bu benim görevim olduğu halde, ben şu anda Türkiye’de yaşanmakta olan yeni anayasa a-rayışmda, bu üç soruya verilmesi düşünülen yanıt konusunda son derece tereddütlüyüm, bilgisizim, yanıt vermekte zorlanıyorum.
1982 Anayasası’nda bu güne kadar 13 kez değişiklik yapıldı. 14. değişiklik için iki hafta sonra sandık başına gideceğiz; “E~ vet” dersek 14. değişiklik yapılacak, “Hayır” dersek olmayacak. Şimdi bu bile ‘Anayasa değişikliği projesinin’ ne kadar ö-nemli olduğunu gösteriyor. Her on üçüne ya da on dördüne baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz; 1982 Anayasası’nda 1987’den 2007’ye kadar değişiklikler yapıldı. İlginçtir bu değişikliklerin en Önemlileri, yani 1995 değişikliği, 2001 değişikliği ve kısmen de 2004 değişikliği sırasında hiç ‘halkoy undan’ söz edilmedi. Ama 1987 değişikliği ile 2007 değişikliği için ‘halkoyuna’ gidildi, gidiliyor. 87 değişikliğini hatırlayacaksınız; “Siyasalyasaklar kaldırılsın mı? ” sorusuna halk tarafından yanıt arandı. Şimdi ise “11. Cumhurbaşkanı parlamento tarafından mı seçilsin yoksa halk tarafından mı seçilsin?” konusunda halkoyuna gidiliyor.
Bu açıdan, Anayasada yapılan değişikliklerin yöntemi son derece önemli. Peki acaba yapılması öngörülen ne? “Elimizdeki metni atmadan, yürürlükten kaldırmadan, o metinde devlet kurumları açısından, hak ve özgürlükler açısından, geniş kapsamda bir revizyon yapmak” bu seçenek karşımızda. Ancak, bugüne kadar yapılanlardan daha ileri bir adım olarak düşünülen, ‘yeni bir anayasa’ ya da ‘anayasal değişiklik’ söz konusu ise, 78’lilerin haklı olarak dile getirdiği, bizlerin de 25 yıldır önerdiğimiz üzere; “Hayır 82 Anayasası ‘m bir kenara bırakalım, a-talım, biz tamamen yeni bir anayasa yazalım, bu anayasa 2009, 2010 ya da 2011 Anayasası olsun. ”
Şimdi, işte burada bu iki olasılık arasında da çok ciddi bir yöntem sorununu tartışmamız gerekiyor. Yani 82 Anayasası’m bugüne kadar yapılanların ötesinde ‘toptan revizyona’tabi tuta-caksak, o zaman biz 175. Maddenin bize çizdiği çerçevenin sınırlarını zorlamak durumunda kalacağımız İçin, “türev kurucu iktidar” açısından bu konuyu enine boyuna tartışmak durumundayız. İşte, beklide pek sevmediğimiz, en azından uygulamaya geç irem ediğim iz ‘katilim’ ya da ‘uzlaşma’, bu bakımdan son derece önemli. Ama eğer biz gerçekten bu Anayasayı bir kenara bırakıp, örneğin ‘2010 Anayasasını’yapacaksak, o zaman 175’i belki meşruiyet unsuru olarak kullanabiliriz ama mutlaka ‘yeni bir yöntem’, ‘yeni bir Meclis’ üzerinde düşünmemiz gerekir.
O bakımdan “Nasıl bir anayasa?” sorusuna verilecek yanıtta “Hangi yöntemle?” sorusuna da yanıt vermemiz gerekiyor. İstediğim anayasayı, uygulayacağım yöntemle birlikte düşünmek zorundayım. Bu çerçevede belirtilmesi gereken ‘yöntemi’ ve ‘içeriği ‘bağlayan iki kavram, sabahleyin de yapılan tartışmalar çerçevesinde, mesela “anayasalyurttaşlık” kavramı, “Nasıl bir anayasa? ” sorusunda, “Anayanasalyurttaşlık istiyor muyum?” Eğer bunu istiyorsam, “Anayasayı nasıl yapacağım?” sorusunu mutlaka bir ön sorun olarak çözmek durumundayım. Buna bağlı olarak, “Ben bunu aynı zamanda ‘anayasalyurtseverlik’kavramıyla birlikte mi düşünüyorum?”‘ “Heryerde, ülkenin her tarafında, herkes için geçerli olan ve geleceğe yönelik o-lan bir belge mi olacak?” İşte bu durumda, “anayasalyurtseverlik” ciddi bir biçimde yöntem sorununu beraberinde getirecektir.
Hak ve Özgürlükler
Bu açıdan, “Hak ve Özgürlükler” kısmına girmeden, bu yöntem sorunu ışığında bize yöneltilen soruyu yanıtlamaya çalışacağım. Bilindiği gibi anayasada ‘hak ve özgürlükler’öne çıkarılır ama kendi başına hak ve özgürlüklerle düzenlenen bir belge “anayasa” adını almaz “Haklar Bildirgesi” olur. Ama ‘hak ve özgürlükleri’ temel almak şu bakımdan önemli, hangi ‘hak ve Özgürlük’ anlayışına sahip olduğunuzu söylemelisiniz ki devlet organlarını buna göre örgütleyesiniz, buna göre biçimlendiresi-niz. “Benim özgürlük anlayışıma, bunu gerçekleştirmeye elverişli devlet aygıtı şu olacaktır” demelisiniz. Örneğin, “Erkler Aynlığı”w nasıl düzenleyeceksiniz? Bu bakımdan, hak ve Özgürlük anlayışının dile getirilmesi önemli.
Hangi hak ve özgürlük anlayışına sahipsiniz? Hak ve özgürlükler acaba 19. yüzyılda anlaşıldığı gibi ‘klasik hak ve Özgürlüklerle’mi sınırlı olarak anayasada yer alacak? Yoksa ‘hak ve özgürlükler’ alanında 20. yüzyılın kazanımı olarak, ‘sosyal-kitltürelhaklara’ da ayrı bir bölüm tahsis edecek misiniz? 20. yüzyılın son çeyreğinde, özellikle önce uluslararası belgelerde, sonra sayısı altmışı yetmişi aşan anayasada düzenlenen “üçüncü kuşak haklar” adı verilen “çevre, bartşi gelişme haklarını” anayasal düzlemde düzenleyecek misiniz?
İşte bu sizin ‘hak ve özgürlük’ anlayışınızı, gelişmeci özellik olarak, dinamik yaklaşım olarak, kapsayıcı özelliği olarak ve ‘bütünsel düzenleme ilkesi’ olarak yanıtlamak durumunda olduğunuz bir soru. Eğer siz, “Ben bütüncül yaklaşıma sahibim, evrimci özelliğini dikkate alacağım” derseniz, hak ve özgürlükler arasında “hiyerarşi” kavramını kullanamazsınız. Örneğin, “Ben ‘seyahat özgürlüğünü’ düzenledim, ‘yerleşme özgürlüğü’ de zaten 24 Anayasasından beri vardı, ama ‘konut hakkı’ bir anayasal hak değil” derseniz, o zaman ‘hak ve özgürlüklere’ bütünsel yaklaşımı ihmal etmiş olursunuz. Hak ve özgürlükleri dengeli bir biçimde düzenleme düşüncesini daha baştan reddetmiş olursunuz. Mesela, tıpkı şu anda hükümetin elindeki taslakta olduğu gibi “Çevre hakkı, olsa da olur olmasa da olur, devlete bir ödev olarakyükleyelim” derseniz, o zaman siz daha baştan, ‘hak ve özgürlüklere’ kısmi bir yaklaşımda bulunmuşsunuz demektir ve bu kısmi yaklaşım diğer alanlara da ister istemez sirayet eder.
Nedir diğer alanlar? Yine burada ilk oturumda tartışılan iki kırılma noktası; Avrupa’da anayasasını yakın geçmişte yenileyen devletlere baktığımızda, İsviçre beş altı yıl içerisinde 150 yıllık Anayasasını tamamen yeniledi. Dört kere oylama yaptı, dört kez halk iradesini ortaya koydurttu. Ama buna karşılık Finlandiya halka hiç gitmedi, uzun süre tartıştı ama parlamentoda oy birliği ile yaptı. Bu iki devlette de bizde olduğu gibi ‘laiklik-din ekseninde’ ortaya çıkan kırılma yok, ‘yurttaşlık ekseninde’ ortaya çıkan kırılma yok. Biz bunu o zaman hem özgürlükler ekseninde düşünmek durumundayız hem de özgürlüklerle devlet aygıtına ilişkin düzenlemeler arasındaki denge çerçevesinde, düşünmek zorundayız.
Bu açıdan, taslağa baktığımız zaman, kalkış noktası olarak o-nu kabul edebiliriz. Birinci öneri; “yurttaşlık” olarak, 1924 A-nayasasının getirdiği öneri. İkinci öneri; bizim yedi yıl Önce Barolar Birliğinde yaptığımız “Devlete yurttaşlık bağıyla bağlı o-lan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır. ” Bir üçüncü öneriyi daha yapıyor ve sonra öğrendiğimize göre AKP, 24 Anayasası metnini Öne çıkartıp diğerlerini atıyor. Atılan bu olumlu ama ürkek adımın nereye gideceğini göreceğiz.
Bir diğer konu ise en çok mesai harcanan konu; “din özgürlüğü, laiklik” ekseninde, 24. Maddede, yapılan değişiklik. Bizim nasıl bir anayasa istediğimizi ortaya koymamız için, birinci soru, “İslami başörtü” -türbanın Türkçesi olarak- acaba bir anayasa konusu mudur? Eğer bu bir anayasa konusu ise anayasada bunu düzenlersek, o zaman şunu çözmemiz gerekir; eğer bunu biz inanç temelinden hareketle anayasaya koymuşsak o zaman üniversitede erkek- kadın, açık- kapalı, her inanca kesin olarak olanak tanımalıyız çünkü bir kez kalkıştaki ölçüde biz laiklik ilkesinden uzaklaşarak, inanca dayalı bir düzenlemeyi öne almış oluyoruz. Bunu yaptığımız zaman, ikinci aşamada “eşitlik hakkı” ciddi bir sorun olarak karşımıza geliyor.
Üçüncü bir nokta var; eğer biz anayasada böyle bir düzenlemeyi yapmışsak ve bunu ‘hizmet veren -hizmet alan’eksenine dayandırmışsak, bizim mezun ettiğimiz öğrenciler ‘hizmet veren ‘ konumuna geldiğinde, “İslami başörtülü ” olabilecek mi o-lamayacak mı? Eğer anayasaya üniversitelerde “İslami başörtü” konusunda hüküm koyarsak, o zaman bu konuda da koymamız gerekir. Ben bunları olmalı ya da olmamalı biçiminde değil, anayasayı tanım biçiminden hareketle dikkatlerinize sunuyorum, sorgulanması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü işinize gelen bir hükmü anayasaya koyarsınız, diğerlerini koymadığımız zaman hak ve özgürlükler arasındaki iç dengeyi daha baştan kaybetmiş olursunuz.
Zaman kesiti açısından baktığımızda, “herkes için, bütün ülkede” geçerli olmalıdır belirlemesinde ciddi soru işaretleri var. 25 yıl önce ilk kez Cumhuriyet Anayasalarına “zorunlu din dersi” kuralı kondu. 25 yıl sonra bu kuralı kaldırmakta güçlük çektiğimiz gibi, “İslami başörtü de anayasal kural olsun ” diye, yeni bir kural ekliyoruz. Nihal’in söylediği gibi 25 yıl önce, 12 Eylül yapıcıları, nasıl bizim irademizi ipotek altına aldılarsa, acaba biz bunları tartışmaksızm bu da ‘anayasal hüküm’ olsun yaklaşımıyla anayasaya, koyduğumuz zaman 25 yıl sonrasının iradesini ipotek altma almış olmuyor muyuz?
Yani geleceğe yönelik bir metin mi yapacağız yoksa bu gün Öne çıkan siyasal akımların belirleyici olduğu bir metin mi yazacağız? O zaman siz zaman açısından anayasayı tasarladığınızda şunu da söyleyebilirsiniz; 25 yıl önce ‘zorunlu din dersi’ kondu, şimdi üniversitelerde ‘İslami başörtü’ konulacak, on yıl sonra da devlet dairelerinde ‘İslami başörtüsünün serbest olacağına dair’hükmün konması için elverişli bir ortam doğar.
Benim açımdan üniversitelerde öğrencilerin başörtülü ya da başı açık olması “eşitlik ilkesi” içerisinde yer alır ve ben “öz-gürlük ilkesi” olarak Örtünebi liri iği savunuyorum ama bu konuyu anayasal ölçekte tartıştığımız zaman, “Nasıl bir Anayasa?” ve “Hangi yöntemle? ” konusunu birlikte düşünmemiz ve hep birlikte tasarlamamız gerektiğini belirtmek açısından bir örnek sorun olarak dikkatlerinize sunmak istedim. Çünkü Ergun Öz-budun Taslağında en çok mesai harcanan madde, anayasanın 24. Maddesidir.
Bu çerçevede belki şu sonuca ulaşılabilir; “Din bir özgürlük alanı mıdır? ” Evet, benim açımdan özgürlüktür, insan haklarıdır. O zaman ‘din özgürlüğü’ ayrıcalıklı bir statüye yerleştirilebilir mi yerleştirilemez mi? Bunu sormamız gerekir. Eğer ‘din özgürlüğünü’ayrıcalıklı bir statüye yerleştirirsek o zaman biraz önce başlangıçta belirttiğim, “hak ve özgürlükler arasındaki hiyerarşi” sorunuyla karşılaşıyoruz oysa insan hakları Öğretisi 20. yüzyılın son çeyreğinde “hak ve özgürlükler hiyerarşisini”, ortadan kaldırmak için çok çaba gösterdi. Hatta 15 yıl önce U-NESCO’da ciddi bir biçimde bu konu tartışıldı ve “Geleneksel tasnifleri bırakalım, alfabetik bir sıraya göre hak ve özgürlükleri ardı ardına dizelim ve aralarında hiyerarşik bir ilişki olmadığı ortaya çıksın” kararı alındı.
Dolayısıyla, özgürlükler açısından konuya bakıldığı zaman bu soruların açık bir biçimde tartışılmasında yarar var. Diğer yandan “saydamlık ilkesi” bakımından şu anda konacak hükmün neyi içerdiği, neyi içermediği söylenmez ise ya da bu hükmün geleceğe yönelik olarak ne ifade edeceği, ne getireceği söylenmez ise o zaman yapım tarzında geçerli olan “saydamlık ilkesini” de ikinci plana atarız ve bilinmezler çerçevesinde hareket ederiz.
îki örnekle konuyu şimdilik bitirmek istiyorum. Birincisi;-AKP’nİn elindeki Anayasa Taslağında, ‘Avrupa Sözleşmesinin’ esas alındığı söyleniyor ama ”ifade özgürlüğünde ” daha baştan, Avrupa Sözleşmesinde yer almayan sınırlama nedenleri konuyor. İki; insan haklan konusunda klasik anlamda Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinden esinlenüdiği söyleniyor ama peki Avrupa Sosyal Şartı…? Türkiye’nin taraf olduğu, onayladığı, ‘Avrupa Sosyal Şartı’nda. yer alan örgütlenme haklarına ilişkin açılımlar yok. Mesela ‘konut hakkı’, bizden çok ileri olan devletlerde, Fransa’da, İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da anayasal hak yapmak için üzerine çalışma yapılıyorken, anayasa taslağında ‘konut hakkının ‘esamesi yok. Mesela ‘çevre hakkı’ konusunda, Fransa on maddelik bir “Çevresel Haklar Manzumesini” Anayasaya eklemek için iki yıl tartıştı, nihayet ekledi. Ama bizde 82 Anayasasında ‘hak’olarak formüle edilen bir alan hak olmaktan çıkartılmış, tıpkı eski sosyalist devlet anayasalarında olduğu gibi, “devletin ödevi” olarak program ve hükümler kısmına kaydırılmış.
“Hak ve özgürlükler açısından nasıl bir anayasa? ” sorusunu sorduğumuz zaman şunu söyleyebiliriz. Evet, biz 82 Anayasasının öngördüğü rejimi aşmak İçin yola çıktık ama herhalde olması gereken şu anda AKP’ nin elindeki ‘hak ve özgürlükler rejimini’ öngören bir taslak değildi. Bu bize ancak olmaması gerekeni göstermiş bulunuyor. Olmaması gerekeni nasıl gösterdi? İzlenmemesi gereken bir yöntemle yola çıkıldığı için.
Devlet kurumlarına sıra gelmedi ama bir cümleyle değinmek istiyorum. Hak ve özgürlükleri yazabiliriz, düşünce özgürlüğünden çevre hakkına çok geniş bir yelpazede kurabiliriz, şu anda mevcut olan çok güzel deyimleri de koyabiliriz “Hakkın özü demokratik toplum ” gibi ama sonraki maddelerde bunlara ters düşen hükümleri yasalardan ayıklamazsak, artı devlete ilişkin kurumlarda bu haklan uygulamaya geçirecek etkili ‘başvuru mekanizmalarım ‘ öngörmezsek, biz hakikaten iyi bir ‘haklar bildirgesini’ yazabiliriz. Bu yalnız başına yeterli değildir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi görüldüğü gibi devlet kurumları içerisinde tartışmanın odağında yer alan bir kurum. Anayasa Mahkeme-si’nin reforma ihtiyacı olduğunu zaten uzun yıllardan beri söylüyoruz ama bırakın ihmal yoluyla anayasaya aykırılık kurumunun tanınmasını, daha Türkiye’de Anayasacı meslektaşlarımızın bile tam olarak benimseyemedikleri bir kurumu, ‘anayasa şikayeti’bile yok, kişilerin “Anayasaya başvuru hakkı” bile Öngörülmemiş.
O zaman tabi ki bir kez daha ortaya çıkıyor ki ” Anayasada hak ve özgürlükler anlayışı nasıl olmalıdır?” sorusuna, nasıl ki bütünsel yaklaşım dedik o zaman güvence mekanizmalarının da bütünsel olarak değerlendirilmesi gerekir. Ama bunun bir adım ötesi, örneğin Senato da bir hak ve Özgürlükleri güvence kurumudur. Siz devlet aygıtını dizayn ederken 450 artı 100 dediğiniz zaman bu yeni bir anayasanın adımı değildir, bu belki şu anda gücü elinde tutan siyasal partilerin güçlerinin daha da sürmesi anlamını taşıyan bir adımdır. Dolayısıyla, örneğin. Senato bir özgürlükleri güvence mekanizması gibi düşünülebilirdi. Teşekkür ederim. Bu kadarla yetiniyorum.