“ Ne hukuk ne de siyaset... ”

- Devamı için tıklayınız -

Hukuksuz siyaset olmaz, siyasetsiz hukuk da. Demokratik ortamın sağladığı fikrî tartışma, hukukun oluşumunda vazgeçilmez.

Hukuk-siyaset ilişkisinde, ortaya konan hedefin ne olduğu kadar, buna ulaşmak için izlenen yol ve yöntem de önemli. Örneğin, Anayasayı mı değiştireceksiniz, hangi hükümleri ve ne yönde (bir); ne zaman ve nasıl (iki)? Zira, uygun olmayan değiştirme ortam ve yöntemi, -demokratik de olsa- hedefi gölgeleyebilir.

Bu açıdan, son gelişmelerin anlamı ne? Örneğin, “CB’ yi halk seçsin” hedefi, gündeme bir anda düştü. Ne zaman? Bu “harekât”, Sn. Gül’ün seçilemeyeceği anlaşılınca başlamadı mı? Peki, seçim neden tıkandı? İlk tura kadar, siyasal aktörler, “ne demokrasi, ne de Anayasa” dedikleri için. Belki de, TBMM Başkanı, “ya ben, ya sen, ya o” diye diretmeseydi, CB, AKP’den seçilmiş olacaktı.

Siyasal davranış ve yaklaşımdaki çarpıklık, hukuku okuma tarzına da yansıdı. Sonuç: “ne uzlaşma, ne de seçim”. 90’lardan beri, Avrupa’da “hukuk yoluyla demokrasi” revaçta. Bizde ise, 2007’de bile, hâlâ “dayatma yoluyla demokrasi” ve yargı yoluyla frenleme geçerli.

Yöntem olarak; CB’yi halka seçtirmek, TBMM’ye seçtirmekten daha demokratik görünüyor. Ancak, bu belirleme tarzının, parlamenter rejimden önemli bir öğeyi eksilttiği açık. Yasama organındaki uzlaşma arayışını da dışlayacağından, CB statüsünün tarafsız ve kurumlar üstü konumunu da tartışmalı hale getireceği öne sürülebilir…

Ne var ki, söz konusu “harekât”, zamanlama ve süreç olarak şu tartışma ve gereksinimi bile gölgede bıraktı: parlamenter rejim, II. Meşrutiyetten bu yana aşamalı olarak kökleşti. Hatta Devlet’in kuruluşu bile, TBMM yoluyla gerçekleşti. Aksaklıklarına karşın bu deneyim, günümüzde Anayasa hukukunun pek az kalan “ulusal” öğeleri kapsamında düşünülebilirdi de.

1982 Anayasası’nın, CB’ye tanıdığı yetkilerle parlamentarizmin sınırlarını zorladığı doğru. Bu durumda akla gelen ilk çözüm, CB yetkilerini azaltmak ve görev süresini de 5 yıla indirmek suretiyle, Çankaya’yı iktidar mekânından temsilî makama dönüştürmek olabilirdi. TBMM görev süresini 5’ten 4’e indirmek, halkın iradesinin Meclis’e yansımasını engelleyen yüzde ıo’luk barajı kaldırmak ya da en azından yüzde 5’e indirmek, Yasama organını demokratikleştirmenin yolunu açabilirdi. Parlamentoculuğu pekiştirici bu amaca ulaşılması, üzerinde uzlaşılması zor olmayan bir Anayasal adımla sağlanmış olacaktı.

Seçilen hedef ve izlenen yol ise, bunların tamamen tersi oldu: mevcut yetkileri ile, bugünküne göre daha güçlü bir CB; üstelik, iki kez seçilebileceği için, daha politize bir CB. TBMM’de ortaya çıkan çoğunluğun ve CB’nin siyasal eğilimlerinin aynı ya da farklı olması, uygulamayı nasıl etkiler ve olası riskleri neler olabilir? Bunlar üzerinde ayrıca tartışılabilir.

Örneğin, Fransa konuyu en az çeyrek asır tartıştı; buna karşılık VI. cumhuriyet arayışı, rejimi henüz rayına tam oturtamadığı anlamına gelmiyor mu?. Biz ise, konuyu çeyrek ay bile tartışamadık. CB’yi halka seçtirmenin getirecekleri ile götüreceklerini tartışabilmek bir yana, konuyu mevcut Anayasal kurumlar bütününde bile değerlendiremedik. Çünkü, “harekât”, çok hızlı başladı ve çabuk “bitti”; tıpkı CB seçiminde olduğu gibi, hukuku ve Anayasa’yı zorlama pahasına… Öyle ki, 1982 Anayasası’nın yapımı sırasında “redaksiyona tâbi tutma” çalışması yapan MGK bile, çifte münfesih bir Meclis’in Anayasa’yı değiştirmedeki ivecenlik ve hızına yetişemezdi.

Peki, ya tartışılsaydı ne olacaktı? “Harekâf’ı başlatanlar, karşıtlarını ikna edebilecekleri gibi, belki de kendileri Parlamento yönünde ikna olacaklardı. Her iki varsayımda, yöntem üzerinde uzlaşma sağlanınca, ulaşılacak hedefin gerçekleşme ihtimali de artacaktı. Bu mümkün müydü? Evet, ama yenilenmiş bir Meclis’le. Hatta, seçim kampanyasında, yeni Anayasa yapımı ya da köklü bir değişiklik hedefini açıkça ortaya koymak suretiyle. Böylece, içerik ve yöntem, zaman öğesiyle tamamlanmış olacaktı.

Bunlar geride kaldığına göre, yapılanlar ne kadar tutar? Yanıt, bundan sonraki olasılıkların irdelenmesine bağlı. “Oldu bitti”ler ve olması gerekenler, adeta bir “Anayasa hukuku laboratuarı”. Anayasal-siyasal zorlama ve tepkiler, önceki gün “Anayasa ve demokraside yöntem ve hedef” konulu son dersin anlaşılmasında somut vaka oluşturdu. Bu bakımdan, Marmara Hukuk öğrencileri şanslı sayılabilir. Fakat, ya Türkiye? Asıl mesele, “iktidar hır-sı”na bürünmüş politikacıların bunu ne kadar düşünebildiği…

Yoruma kapalı.