“ Neden anayasal yurttaşlık? ”

- Devamı için tıklayınız -

Devlet eğer bir kurallar sistemi ise, Anayasa da, “hukuk devletinin en yüksek normları bütünü” şeklinde tanımlanabilir. Yurttaş kimdir ve bu bütün içerisindeki yeri nedir? Ülkesel siyasal toplumun üyesi olan yurttaş, (cinsiyet, dil, din, etnik köken, sosyal sınıf gibi) “tikel” topluluklara aidiyetinden bağımsız olarak haklara sahip ve tekbiçimli yükümlülüklere tâbi. Günümüz dünyasında ulusal aidiyet, ilke olarak yurttaşlığın koşuludur. Yurttaş, ikili katılım sürecinde yer alır: ortak bir yasaya tabi olmakla statünün tekbiçimli hale gelmesi ve siyasal yönden özgürleşme. Lâikleşme ve demokratikleşme de, modern yurttaşlık statüsünün kurucu bağlamı. Siyasal kurama göre yurttaş, üç özelliğe sahip:

-birbirinden ayrılmaz medenî, sosyal ve siyasal hakların öznesi, -sadece meşru bir siyasal topluma bağlılık, -kamusal yararı özel çıkara üstün tutma bilinci.

Çağdaş toplumun üyesi olarak, değinilen özelliklerini uzun bir evrim sürecinin sonunda kazanan yurttaş, anayasal bir statüye sahip. Belirtilen üç özelliğin gerçekleşme olasılığı da, bu statünün anayasada elden geldiğince nötr ve hukuki olarak düzenlenmesiyle mümkün.

Toplumsal yaşamın kırılma noktalarının ana halkasında yer alan yurttaşlık sorunu, son aylarda yoğunlaşan anayasa tartışmalarının kıyısında değil, merkezinde yer almalıydı. Zira, yeni anayasa arayışı hukuk devleti hedefine yöneldiğine göre, sorunun da bu perspektifte düzenlenmesi beklenir.

1982’nin yazımında etnisite vurgusu hakim. Bu nedenle, yurttaşlık tanımı 1961’deki tanımın aynısı olduğu halde, indirgeyici bir bağlamda yer alır: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” (m. 66/1). 1924’ün düzenlemesi ise daha genişti: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” (m. 88). Atatürk’ün ilk Anayasa Taslağı’nda (1923) hak özneleri için kullandığı “Türkiyeli” nitelemesi (m. 11-15) ise, kuşkusuz daha kapsayıcı idi. (Demek ki, bu kavram -bazılarının iddia ettiği gibi- sonradan uydurulmuş, suni bir niteleme değilmiş!)

1982’nin insan topluluğu ve yurttaşlar için kullandığı kimlik, Anayasa’nın kendi bağlamında bile çelişkili. Neden? Çünkü, devletin varlık koşulları yönünden insan topluluğu, “Türkiye Cumhuriyeti” (Devlet) ve “Türkiye” (ülke) adlarına uyumlu kılınarak, “Türkiyeli” veya “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı” olarak nitelenebilir. Böyle bir tanım, yurttaşın teri-toryal (ülkesel) tanımının doğal bir uzantısı. Kullanılan her iki sözcük, türeyiş özelliği itibariyle de ülkesel: yurt-daş, vatan-daş.

Dinsel ve etnik referansın anayasal bağlama uygun düşmemesi bir yana, bunların aşılması toplumsal birliktelik açısından yaşamsal. Bugüne kadar, kimi zaman etnik aidiyet (Türk), kimi zaman da din (Sünni) vurgusu yapıldı. Bununla da yetinilmeksizin, “Tiirk-İs-lâm sentezi” denendi. Ancak en derin kırılmalar da yine bu dönemde yaşandı.

Hak öznesi olarak yurttaşı nötr bir anayasal statüye yerleştirebildiğimiz ölçüde, “hukuk devleti” hedefinde yeni Anayasa, umut ışığı olabilir. Anayasa, toplumun güncel sorunlarını ba-rışlandırıcı bir temel belge olduğu kadar, geleceğe yönelik bir ortak yaşam paktıdır. Bunun ilk adımı ise, anayasal yurttaşlıktır.

2001’de şu tanım önerilmişti: “Devlete yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır” (T.C. Anayasa Önerisi, TBB, m. 37).

Bu tanım, Prof. Özbudun tarafından AKP’ye sunulan T.C. Anayasası Önerisi’nde bir seçenek olarak yer aldı. Diğer iki öneriden biri de, 1924’ün tanımı.

Böylece, hak ve özgürlükler yönünden bütünsellikten ve devlet organları arası dengeden uzak olma özelliği, çelişkileri, yeniliklerden yoksunluğu ve daha birçok yönden eleştirilse de, Özbudun taslağının anayasal yurttaşlık tanımına yaklaşması kayda değer.

Kuşkusuz, tanımlar farklı olabilir: “Devlete milliyet bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır” veya “Türkiye halkı, T.C. yurttaşlarından oluşur” ya da “T.C. yurttaşları, Türkiyelilerden oluşur” denebilir.

Böylece, kapsayıcı ve gönüllü yurttaşlık, anayasal geleceğin olduğu kadar, ulusal birliğin de güvencesini oluşturabilir. “Etnisite” ile sınırlı bir tanım ise, belli etnik gruba mensup olduğunu düşünenleri, diğerleri üzerinde hakimiyet yönünden tatmin etse de, ne ulusal bütünlüğü sağlayabilir; ne de ülkenin geleceğinin güvencesi olabilir.

Seçenek tanınması durumunda bir yurttaş, “Türk” nitelemesi ile kendini mutlu addedebilir. “Zorla güzellik olmaz” deyişinde olduğu gibi, mutluluk da zorlama ile olmaz.

Yoruma kapalı.