ÖSS: Nicelik mi, nitelik mi?

ÖSS: Nicelik mi, nitelik mi?

ÖSS’de öğrenci nitelikleri gözardı ediliyor. Çoktan seçmeli sorularla analiz, sentez yeteneğini ölçmek zor. Öğrencinin kendini ifade becerisi ölçülemiyor… Sınav yol açtığı yarış nedeniyle, ortaöğretimde sınavı amaç, eğitimi araç durumuna getirmiştir”. (YÖK- “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi” Raporu).

YÖK, – öğretim yılının ortasında, ÖSS’de sorumluluk alanını, lise 3. sınıf müfredatını da kapsayacak şekilde genişletti ve bunu ilk sınava uyguladı. İki hafta önce de, doktora sınavına başvuru için ön koşul olan ÜDS/KPDS barajını so’den 55’e yükseltti ve değişikliği, yaz dönemi başvuruları için de geçerli kıldı. Böylece, daha önce girdiği sınavda örneğin 54 almış bir aday, doktora sınavına başvuramayacak. Benzer karmaşa, LES’ten ALES’e geçişte de yaşanıyor…

Üniversite giriş sisteminin sakatlığını kabul eden YÖK, mevcudu üzerinde oynamada sakınca görmüyor. Uzun vadeli ve bütüncül çözümler üretilemediği için, onca sınavı geçerek üniversiteye girmeyi başaran gençler, burada ciddi bir nitelik sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Üstelik, sınavlar sadece yazılı olduğu için, hukuk fakültelerinde bile, öğrencinin sözlü ifade yeteneği ölçülemiyor.

Hukuk örneğinden devam edelim: yazılı sınavda başarısız olanlar da üst sınıflara geçebildiği için, alt sınıflardaki derslerden sorumlu öğrenci sayısı, yıldan yıla katlanıyor. Bu nedenle, örneğin Marmara Hukuk’a -2007’de 500 öğrenci alındı; ama Anayasa sınavına 1584 öğrenci girecek.

Yüzbinlerce öğrenci içinde “en seçkin olanların bile üniversite başarımının ne derece düşük olduğu açık… Bir de sözlü sınav olsaydı?

Bir karşılaştırma, yararlı olabilir: çoğu Avrupa devletinde olduğu gibi Fransa’da, lise bitirme sınavını geçen öğrenci, -bazı branşlar için yapılan yetenek sınavı hariç- üniversiteye sınavsız girebiliyor. Üniversite 1. sınıf, bir tür baraj ve elenme aşaması. Böylece öğrencinin bilgisi ve ilgili alana yatkınlığı, bir-iki ya da kimi zaman üç yılda ölçülmüş oluyor; bizde ise 3 saatte… Ölçme sürecine, sözlü sınav da dahil. Başaramayacaksa, fakülte değiştiriyor; ama en azından, ilgi duyduğu dalda kendini deneme olanağı bulmuş oluyor.

Şu itiraz yapılabilir: bitiremeyeceği fakültede 2-3 yıl kayıp çok değil mi? Hayır! Çünkü, hiç değilse, üniversitede okumuş olma yanında, önli-sans diplomasına da sahip olabiliyor. Bizde ise, bu süre genellikle dershanede geçiyor; üstelik, büyük harcamalara rağmen, üniversiteye girememe riski de cabası. Bunun sonucu: ‘te başvuranlardan 728.343’ü 1. kez, 533.148’i 2. kez, 257.523’ü ise 3. kez ÖSS’ye girmiş.

Dahası var: bir meslek dalında yükseköğrenim almış ve uzmanlaşmak isteyen kişiyi, yeniden lise mezunu konumuna indirgeyip, yıllar öncesindeki havuz problemleri vs ile genel sınava tabi tutuyoruz: LES. Örneğin, hukukta lisans üstü eğitime yönelik bir sınav jürisinin takdiri de kayıtlanmış olduğundan, adayın uzmanlığa yatkınlığı ve hukukî muhakeme gücü de ölçülemiyor.

LES/ALES kargaşası ile başlanan doktora serüvenini geçelim. Doçent adayı, jüriyi beğenmezse, adaylığını geri alabiliyor. Prof.luğa yükseltilmede, raporlara göre, rektör jüriyi değiştirebiliyor. Devamı: 42 yaşında prof. olan bir öğretim üyesi, emekliliğe kadar, 25 yıl araştırma ve yayın yapmadan, mesleğini sürdürebiliyor.

Bir yollama da, ÖSS’den en fazla faydalanan dershanelere: – öğretim yılında dershane sayısı: 3.620; öğrenci sayısı: 940.928; öğretmen sayısı: 51.692 (Milliyet, 10.6.07).

0 denli devletçi bir toplumuz ki, geçmişte 16 devlet kurmuş olmakla övünürüz. Ama günümüzde eğitimi bir kamu hizmeti olarak sağlama yerine, devlete “paralel sektör” oluşturmada yarışır, ticaret sektörünü de eğitimin sırtından geliştirmeyi kotarırız; din üzerinden ticareti iyi bildiğimiz gibi…

Övünç vesilelerimizi hatırlayalım: 70 milyon nüfus, ama ne kadarı nitelikli? 700 bini aşkın km2 ülke, ama ne kadarı korunmuş? Büyük devlet, ama ne kadar işlevsel? Sadece sayılarla övünmek, nicelik-nitelik çelişkisini ifade etmiyor mu?

Sahi, nicelik mi, nitelik mi?

Amaç, nitelikli bir toplum, nitelikli bir ülke ve nitelikli bir devlet değil mi? Yanıt evet ise, işe “ni-telik”li “insan”dan başlamak gerekiyor. Bunun yolu da “nitelikli eğitim”den geçer. Başarabilir miyiz? Niceliği böbürlenme vesilesi olmaktan çıkarabildiğimiz ölçüde. Nitelik temeline dayanan ve bütüncül eğitim reformu ise, ancak uzun erimli ve politika-üstü çözümlerle mümkün; “mantar gibi çoğalan dershaneler ve üniversiteler” ile değil…

Her şeye rağmen ÖSS’de, “nitelik”li bir Türkiye yaratmaya aday “nice” gençlere başarılar…

Yoruma kapalı.