“ Otoriterler savaşında özgürlükler sefaleti ”

- Devamı için tıklayınız -

1961 “nefret”i: 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 öncesi, “Olayların müsebbibi, 1961 Anayasası” denirdi ve bununla, dengenin kaçırıldığı vurgulanmak istenirdi: Devlet organlarının yetkileri çok az, yurttaş hakları ise fazla. Bu anlayışa göre, özgürlükler kötüye kullanıldığı için, anarşi ve terör yaygınlaşmış; kamu makamları ise, yetkisizlik nedeniyle düzeni sağlamada zorlanmıştı. Özgürlükleri, otoriteyi zaafa uğratacak biçimde güvenceleyen Anayasa, erkler ayrılığında da yargıyı kayırmış. 60’lı yılların 2.yarısı Başbakanı Demirel’in ünlü deyişi: “Hükümetin üzerinde Danıştay, Parlamento’nun üstünde Anayasa Mahkemesi’nin denetimiyle, bu memleket idare edilemez”.

1971 müdahalesi ve silahların gölgesinde otoriteyi güçlendirici, özgürlükleri ise sınırlandırıcı yönde yapılan Anayasa değişiklikleri de, 1970’li yılları kurtaramadı ve 12 Eylül’e gelindi.

1982 “aşk”ı: 1982 Anayasası, bir “tepki metni”. Sıralama, “otorite-özgürlük” olarak değişti. Devlet ve onun adına yetki kullanacak organlar öne çıkarıldı. Anayasa, “Kutsal Türk Devleti” ifadesi ile başladı. Devletin toplumdan ayrı, özgül bir varlık nedeni bulunduğu fikri öne çıktı. İnsan hakları(İH) ise, devlet dışında, ikincil bir değer olarak tasarlandı; bu da, anayasanın etik temelini oluşturdu.

Siyasal örgütlenme olarak, yerele göre merkez kutsandı; merkezde de erklerin yapılandırılmasında, yürütme ve özellikle iki başı (CB ve Başbakan), hâkim konuma getirildi.

Anayasal iyileştirmeler, özgürlükler üzerinde yoğunlaştıysa da, bunları uygulayıcı konumdaki organlara dokunulmadığı için, göreceli kaldı..

Erkler tepişmesi: askeri müdahaleler artık geçmişte kalsın derken, son aylarda siyasal gündemi erkler arası muhtıralar kapladı. Öyle ki, askerlerin son e-muhtırası, neredeyse unutuldu. Yasama-yürütme-yargı temsilcileri arasında karşılıklı bildiri ve açıklama yarışı, sıradan olaylara dönüştü.

Neden? Yurttaşların hak ve özgürlük alanını genişletmek için mi? Kendi yetkilerini pekiştirmek için mi? Bildiri savaşını sürdüren anayasal organlar, varlık nedeni olan insan haklarının korunmasından hareket etmek yerine, kendi yetki alanlarını korudu veya diğerinin alanına tecavüz etti. Öyle ki bu süreç, suçlayıcı deyimler de üretti: cüppeli darbe, yargı darbesi, atanmışlar darbesi, google davası, vs.

Özgürlüklerin tepelenmesi: “Sohbet eden”e 301 hediyesi, “Atatürk’ü sevmiyorum” diyene soruşturma, genel dinlemeye ilişkin yargı kararını haberleştiren gazetecilere (Göktaş ve Tahincioğlu) soruşturma, Taksim-Tuzla hattında şiddet ve ölüm… Bunlar, sadece birkaçı. İH ihlalleri, hız kesmiyor. Hatta, devlet kesiminde yetki kavgasına paralel olarak, toplumda hak ihlali halkaları da, çeşitlenerek genişlemekte. Kendi yetki alanlarına yönelik işlem ve eylemlere ölçüsüz tepkide gecikmeyenler, birey özgürlüğü konusunda pek rahat. Yasaya aykırı dinlemeleri meşrulaştırıcı şu cümleler, bir Bakan’a ait: “yanlış işi olmayan kimse de dinlemeden asla ve asla endişe etmesin. Dinlemeyi önlemenin imkânı dünyada yok. İki kişi konuşuyor. Üçüncü kişi kulak verir dinler, ne diyeceksiniz. Dinlediğini de gider başka yerde söyler” (http://www.haberler.com).

Yetkinin daha fazlası istenirken, egemenlik söylemi pişkinliği de ihmal edilmiyor. Oysa bu söylemin, egemenliğin asıl sahibi ile ilgisi yok. Sonuçta, otorite kavgasında kaybeden, özgürlük. 1982’nin getirdiği otoriter hantal yapıyı sürdürmek, yöneticilere haz veriyor. Ürkekçe telaffuz edilen yeni kurumsal talepler (Senato, gibi), rağbet görmüyor. Anayasal yurttaşlık, yerelleşme, özerklik gibi, otorite-özgürlük dengesini yeniden kuracak öneriler ise, anında bastırılıyor.

4 ara başlığın özeti: ‘82 Anayasası döneminde “İH karşıtı” bir blokta birincil pay, devlet adına hareket edenlerin. Toplumsal altyapı ise, bu karşıt bloku besleyici bir doku. Ne var ki, yurttaşlar, devlet organları gibi birbirini tamamlayan bir görünüme sahip değil. Çünkü, hayatlarını açlık sınırında idame ettirmeye çalışan toplulukların kendileri, İH dışında…Eğer, özgürlükçü düzeni kuramamanın nedeni, ’61 döneminde otorite “zaafı” idiyse, ‘82’de tam tersine “fazlası” değil mi? Yine dengeleyelim şu halde yetki-hak ilişkisini.

Peki, bu koşullarda Anayasa yenilenebilir mi? Yöneticiler açısından yanıt, açık: AKP, sadece kendini kurtarmak için Anayasa’yı araçsallaştırma çabası içerisinde. CHP ve MHP’de ise, 1982 aşkı alevlenerek sürüyor. Avrupa dinamiği çelişkilerle dolu. Ya toplumun kendisi? İşte bütün mesele burada…

Yoruma kapalı.