“ Pazar ekonomisi = Can pazarı mı? ”

- Devamı için tıklayınız -

İşletme mi, yayın mı?

“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir.” ilkesini tanıyan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS)’ne göre, “Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” (m. ıo/l). Bu kaydı, 1982 Anayasası, sadece “işletmeler” sözcüğü yerine “yayımları” koymak suretiyle aynen aldı. İşletme, ifade özgürlüğünün kullanıldığı mekâna, binaya ve tesislere ilişkin bir kavram; yani girişim özgürlüğüne. Yayın ise, bir filmin gösterimi ve o sırada dile getirilen görüşlere ilişkin. Bir sinema salonunda tesisat bakımından güvenlik önlemlerinin bulunup bulunmadığı, “işletme”yle ilgili; gösterilen filmin içeriği ise, “yayın”la. Hukuku anayasa şekillendirdiğine göre, özel sektör açısından tesislerin denetiminden çok, sanat ve yayın yaşamında “sansür mekanizmasının baskın olması, sözkonusu düzenleme karşısında anlaşılır bir durum…

Davutpaşa ve Tuzla cinayetleri

İstanbul Davutpaşa’da kaçak bir işyerinde meydana gelen patlama sonucu 23 kişinin, Tuzla tersanelerinde günbegün işçilerin ölümünü, yalnızca “iş kazası” olarak geçiştirmek mümkün mü? Yoksa, bunun ötesinde hukuki düzenleme, denetleme ve yaptırım eksiği mi söz konusu? Davutpaşa’da, işyeri kaçak ve üstelik patlayıcı madde imal ediyor. “Çalışanlar hangi sosyal haklardan yararlanabiliyordu?” Bu soruya gerek var mı? Tuzla’daki durum o kadar açık değil, zira zincirleme bir çok neden birlikte: İş Kanunu var, ama işverenler bunun gereklerini yerine getirmiyor, iş sağlığı ve güvenliğine yönelik önlemlerde maliyet kaygısı öne çıkıyor. Bunlara, kayıtsız ve kuralsız çalıştırma, taşeronluk zinciri ve işçi sendikalarının etkisizleştirilmesi de eklenebilir. Düzenleme-denetim eksiği açık; yaptırımlar ise, para cezalarıyla, istisnai olarak işyerlerinin faaliyetten alıkonulmasıyla sınırlı… Hukuk, burada etkisiz… Ama mesela, ölümleri protesto etmeye kalkışan işçilere uygulanan yaptırımlarda mevzuat kılıfına bile gerek duyulmayabilir…

Düzenleme-denetim ve yaptırım

Özellikle girişim özgürlüğünün kullanıldığı faaliyetlerde, bu üçlü halka birlikte düşünülür. Çünkü, insan-mal/mülk, insan-çevre ve insan-para ilişkisinin belirleyici olduğu hak ve özgürlüklerin kötüye kullanımı, onarımı zor veya mümkün olmayan kalıcı etkilere yol açar. Bunlar, sadece çevre ve doğa üzerinde değil, insan yaşamını da yok edebilen boyutlara varabilir. Tam tersine, bizde bu alanlarda, ya düzenleme-denetim-yaptırım halkası esnek öngörülmüştür ya da bunların uygulanmasında zaaflar zinciri söz konusu… Buna karşılık, düşünsel özgürlüklerde veya kültürel haklar alanında (bir sözcüğün veya harfin kullanımı bile) ağır yaptırım sonucunu doğurabilen sıkı düzenleme ve uygulamalar eksik değil…

Kazanç ve can pazarı

Son 25 yılda “iş kazaları”nda 30 bin işçi yaşamını yitirmiş; yani, yılda 1200, günde 4. Neden? Burada kayıt dışı iktisadi faaliyetlerden tutun da, ruhsatlı işverenlerin iş ve çalışma hayatına ilişkin yasalara uyması yerine, ne pahasına olursa olsun daha çok kazanç hırsı belirleyici olmuyor mu? Ayrıca, sendikal hareketin etkisinin azaltılmasının da payı yok mu? Piyasayı daha rasyonel biçimde düzenleme ve denetleme iradesini ortaya koymayan siyasilerin sorumluluğu, nasıl gözardı edilebilir? Pazar ekonomisini kabul eden çağdaş devlet, iş-çi-işveren ilişkilerini düzenleyen, denetleyen ve hak ihlallerini önleyen devlettir; kazanç alanını can pazarına çeviren devlet değil…

Bütüncü bir bakış gereği

Belirtilen nedenlerle, yaşam hakkından başlayan, sosyal-kültürel-iktisadi haklardan geçen ve çevre hakkına doğru genişleyen hak ve özgürlükler demeti, anayasalarda giderek uyumlu bir bütünlük içerisinde düzenlenir; güvence-sınırlama-yaptırım tür ve mekanizmaları ise, söz konusu kategorinin özelliğine göre farklılaşır. Bu bakış açısı, uluslar arası belgeler ve yargı kararlarıyla pekiştirilir. “Memleketimiz”e gelince; hatırlanacağı gibi, AKP için hazırlanan Anayasa Taslağı, uyumlu bir iç bütünlükten yoksun olması bir yana, sosyal ve çevresel haklara, ya bölük pörçük ya da hiç yer vermiyordu. Öte yandan, ifade özgürlüğünün işletmeler açısından sınırlanabileceğine ilişkin kaydı ise, İHAS’takinin tersine ve 1982 metnine sadık kalarak “yayın” için muhafaza etti. Bu durumda kaybeden, yine “fikri alan” olacak demektir. İktisadi faaliyetlerin dizginsizliği ise, “fiziği” yok etmeye devam edecek… Taslağı ABD’de tanıtacaklarmış: “Piyasa için anayasa hazırlıyoruz, ama bu si-zinkine benzemez; zira bizde ancak, kazancın artması ile yaşamın yitirilmesi dengeli ise, pazar ekonomisinden söz edilebilir” mi diyecekler? Yoksa, pazar ekonomisi = can pazarı mı?

Yoruma kapalı.