Prof. Dr. Türkan Saylan’a mektup

Prof. Dr. Türkan Saylan’a mektup

Sevgili Türkan Hanım,

Toplum Sizi, daha çok iki C ile olan savaşımınızla özdeşleştiriyor: cüzam ve cehaletle. Fakat insan haklarının ilerletilmesi için verdiğiniz mücadeleyi daha az biliyor. Buna insan hakları fukaralığı ile savaş denebilir, ya da insan hakları cehaletiyle. İzninizle bugün bu özelliğinizi okuyucularımla paylaşmak istiyorum, duygusallığa kaymadan. Bu ilk mektubumda konuya genel çizgileriyle değinmekle yetineceğim.

14 Ekim 1999 günü Ankara Devlet Konukevi’nde sivil toplum örgütleriyle İnsan Hakları Zirvesi’ne, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi ve ÇYDD adına katıldığımı hatırlatarak başlamak istiyorum.

Bu tarih, şu bakımdan önemli: izleyen aylarda ülkemizin AB’ye adaylığı kabul edildi. Kopenhag Kriterleri ışığında insan hakları etkinlikleri yoğunlaştırıldı, kurumsallaşma süreci başladı.Gerçi, ÇYDD olarak laiklik, demokrasi ve insan hakları alanında birçok etkinliğe imza atmıştık. Ancak insan hakları alanında çok yönlü etkinliklerimiz o tarihlerde ivme kazandı.

Bunlar, mekân olarak üçe ayrılabilir: İstanbul, Ankara ve Anadolu.

İstanbul’da, ya ÇYDD olarak veya diğer örgüt ve kuruluşlarla birlikte toplantılar düzenlediniz Birçoğuna da konuşmacı olarak katıldınız. Belki daha anlamlısı, dinleyici olarak katıldınız; öğrenmek için, dediniz; ama destek verdiniz…İl İnsan Hakları Kurulu’ndaki katkılarınızı, dönemin üyeleri ve muhatapları çok iyi hatırlıyorlardır. Kahvehanelerde insan hakları eğitiminden, muhtar ve imamlara kadar uzanan etkinlik çizelgesi o denli uzun ki!..

Anadolu’da, hangisinden söz edeyim? Erzurum ve Adana’da, yönetici konumundaki emniyet mensuplarına yönelik panellerden mi, yoksa beni Mardin’den Antalya’ya uçurarak ÇYDD üyelerine, saatlerce Avrupa Mahkemesi’nin M. Öneryıldız kararını anlattırmanızdan mı?

Sevgili Saylan,

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nu o denli önemsediniz ki, yoğunluğunuza karşın, bütün toplantılarına katılmakla yetinmediniz, orada yapıcı ve kalıcı katkılar sağladınız. Önerilerle geldiniz, görüşlerinizi üyelerle paylaştınız; Kurul’un, insan haklarıyla ilgili yasa tasarılarına katkıda bulunabilmesi amacıyla çırpındınız. Hazırlanan raporların kabul edilmesi için çabaladınız. Gazete kesintilerinden adeta insan hakları ihlalleri koleksiyonu oluşturdunuz ve gereği için bana teslim ettiniz… Yıllık etkinlik raporunu çoğaltma ve basım işini bile üstlenmek durumunda kaldınız; devletin olanakları kısıtlı olduğu için değil, insan hakları fakiri olduğu için…

Aksaklıklara karşı çıkmak için, yazılar yayımladınız, mektuplar gönderdiniz; “konu mankeni” olmak istemediğimizi haykırdınız.

İlgili ve yetkililerle görüşmelerde hep onları uyardınız, sorunların çözümü için yol gösterdiniz. Türkiye’nin insan hakları karnesinin düzelmesine katkıda bulunabileceğine inandığınız Kurul’un, hükümetçe dağıtılmasını, yazı ve konuşmalarınızla açıkça eleştirdiniz…

İnsan Hakları etkinliklerinizi farklı platformlarda yine de sürdürdünüz. Son olarak BM’ye sunmak amacıyla hazırladığınız “Lepradan etkilenmiş kişi ve yakınlarının İnsan Hakları” projesi, insan haklarına yeni boyutlar kazandıracak nitelikte. İnsan haklarının “eşitlik ve onur” ekseninde temellendirilmesine katkı sağlayıcı bir yaklaşım. Yola Haydarabat’tan çıktınız, Cenevre’ye İstanbul üzerinden yürüdünüz, yoldaşınız Prof. Ayşe Yüksel ile… Ankara’ya uğramamanız yerinde…

Türkan Hocam,

Siz, çağdaş eğitimle insan hakları eğitim ve duyarlılığını birlikte ele aldınız. Kapsayıcı bir yurttaşlık tanımının insan haklarının ilerletilmesinde itici güç olduğunu düşündünüz. Siyasal dağınıklığı ve aymazlıkları sürekli sorguladınız. Hak ve özgürlük ihlallerinin yaygınlığından duyduğunuz rahatsızlığı, her zaman kamuoyuna yansıtamasanız da; en azından telefonla ilettiniz kaygılarınızı. Ama küçük de olsa olumlu adımları, hastane yatağınızdan bile paylaşmayı ihmal etmediniz.

Dernekler Yasası’ndan Anayasa’ya kadar hukukun yapımına katkı amacıyla yürüttüğünüz çalışmaları, bugün yazamayacağım. Ama hukuka, hukuk devleti ve hukuk toplumuna olan derin inancınızı belirtmeden geçemeyeceğim.

Gerçekten Siz, hekimlik formasyonunuzu, fikri birikiminizi ve üstün kişisel yeteneklerinizi, “İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik Cumhuriyet” için seferber ettiniz. Dinci yobazların ve ırkçı faşistlerin yürüttükleri iftira ve karalama kampanyalarının nedeni bu. Bunlar, devletin derin ve saydam gölgesinden beslenmediler mi? Nitekim, dinci ve faşist sentezin en aşağılık tezahürü yeterli görülmemiş olacak ki, 13 Nisan sabahı “resmi linç”e maruz kaldınız…

Emin olun! Gençliğe armağan ettiğiniz “umut güneşi”, “İnsan Haklarına dayanan laik ve demokratik Cumhuriyet” yolunda ilerlemeyi sürekli kılmış bulunuyor..

En içten ve derin saygılarımla. Nur içinde yatın Türkan Hanım!

Yoruma kapalı.