“ Sandalye, sandık, sanık, seçim... ”

- Devamı için tıklayınız -

Neden bu kadar parti kapatılıyor? sorusuna, hep şu üç düzlemde yanıt aradım: siyasal aktörlerin demokratik kültürü düşük ve hukuka inancı zayıf, mevzuat yasakçı, Anayasa Mahkemesi (AYM) partiler karşısında katı. Hangisi ağırlıkta? Tartışılabilir. Gerçek şu ki, kapatılan parti sayısı çoktandır iki haneli rakamlarla ifade ediliyor. Bunun anlamı, “özgürlük-demokrasi-hukuk devleti” eksiği.

Özgürlükler alanı dar; bu siyasal partilere (SP) de yansıyor. Demokrasi kısır: SP’lerin bunu genişletme yerine, rejimle hesaplaşma yoluna gitmesi, mücadeleci demokrasiyi tetikliyor. Hukuk devleti güvenceleri zayıf: yurttaşlar bunun ızdırabını sürekli çekiyor, SP’ler de bundan nasibini alıyor. Yargı, toplum üyelerinde adalete güven duygusunu yaratamıyor.

Gerçi 2000’li yıllarda SP kapatma dava ve kararları, 90’lı yıllara oranla azaldı. Avrupa yolunda olsa da, anayasal düzeltim ve kısmi demokratik adımlar ile hukukun üstünlüğü yolunda ilerlemeler etkili olmadı değil.

Değinilen gelişmelere rağmen, 4 ay arayla Başsavcı tarafından AYM’ye açılan kapatma davaları, nasıl yorumlanmalı? Şimdilik, elimizde sadece iki iddianame var: DTP (16.11.07) ve AKP (14.03.08). Diğer öğe ve aşamalar eksik. DTP davasında karar, AKP başvurusunda ise kabul aşamasına henüz gelinmedi. Bu nedenle, AYM kararı veya tavrı eksik. Yani yargı kısmı, sav ile sınırlı; savunma ve hüküm yok.

Diğer eksik ise, mevzuat ve daha çok Siyasi Partiler Kanunu (SPK). 23. yasama Meclisi, hemen SPK ve Seçim Kanunu’nu ele alarak demokratikleşme yönünde adımlar atabilecekken, çoğunluk partisi AKP, işe yanlış olarak Anayasa ile, yani çatıdan başladı. Ne var ki, bu düzlemde bile, ileri adım bir yana, yöntem sakatlığı ile anayasa adına yapılanlar, olanı bozmaya ve geriye gidişe yöneldi.

Üçüncü ayak: DTP ve AKP cephesi. 16 Kasım ve 14 Mart öncesi ve sonrası arasında ayrım yapmak kolay değil. Çünkü, her iki iddianamede yer alan kanıtlar, büyük ölçüde bilinen söylem ve eylemler. Kısacası, iddianameler, madalyonun bilinen yüzü.

Soru 1: İki partinin söylem, eylem ve uygulamaları, toplumda rahatsızlık yaratıyor muydu? Yanıt: evet!

Soru 2: Dava açılması gerekiyor muydu? Yanıt: tartışılabilir…

Soru 3: Peki, kapatılmalı mı?

Muhalefette olan DTP’yi, iktidar partisi AKP’den ayıralım. İki partinin hukuki durumu farklı değerlendirilmeli. Kuşkusuz, “demokratik toplum bakımından zorunluluk”, kapatmada her ikisi için geçerli ortak ölçüt. Ya “ifade özgürlüğü” bakımından? Bilindiği gibi, Avrupa Mahkemesi’ne göre SP’ler, “ifade özgürlüğünün toplu kullanım özneleri”. Toplu kullanımın, bireysel kullanıma göre daha duyarlı ve kayıtlanabilir olduğunda kuşku yok. Fakat bireysel kullanımda bile, bir parti lideri ile bir yurttaşın sözlerinin etki ve sonucu, birbirinden çok farklı. Zira, ifade özgürlüğü “görev ve sorumlulukları kapsar” (İHAS m. 10).

Bu açıdan, örneğin AKP’ye karşı hazırlanan iddianamede belirtilen, Başbakan’ın, “nüfusun % 99’u Müslüman” şeklindeki sürekli söylemi, rahatsız edici olmasının ötesinde, sakıncalı. Rahatsız edici, çünkü gerçekle örtüşmüyor; sakıncalı, çünkü, bu sözleri başbakandan sürekli olarak duyan genç kuşak bundan etkilenir… Özeti: % 99 söylemi, “görev ve sorumluluk” kaydını ihlal ediyor. Diğer örnek: başörtüsünde “hizmet veren ve alan” ayrımında, “alan”ı serbest bırakmaya yönelik düzenlemede, “veren”i kayıtlamadı. Geleceğe yönelik olarak güven ve saydamlık ilkelerini ihlal etti.

Öte yandan, iddianamede yer alan ve dinsel söylem ve uygulamaları resmi alana yansıtmaya yönelik kanıtlar, bir bütün (kümülatif) olarak değerlendirildiğinde, demokrasi ile zıtlaşan bir eğilim çok açık. Bilindiği gibi, modern devlet, dinselin dünyevi olandan ayrılması sonucu kuruldu. AKP yetkililerinin ise, söylem ve uygulamalarının zaman ve mekan bakımından, “dinsel olan”ı geri getirme yolunu zorladığı açık. İktidarda olduğundan, “ifade”yi “icraat”a koyma olanağına da sahip. Burada ayrıca şiddet öğesini aramaya gerek yok.

Bu çerçevede, AKP’nin kapatılması, acaba “demokratik toplum düzeni” bakımından zorunlu mu? İHAM’ın RP kararında kullandığı ölçütler bakımından “değil” denemez ise de, bizce iddianamenin ortaya koyduğu tablo bile, AKP açısından başlı başına ders teşkil etmeli…

Bu köşedeki ilk yazımın yayımlandığı gün (10.04.06), sanık sandalyesinde oturuyordum. Bu 100. yazım… Ve şimdi, beni sanık sandalyesine sevk edenler, partileriyle birlikte, benzer sandalyeye oturmak üzere. Ne var ki, ben onlar için yaptırım olarak sandalyeyi değil, sandığı savunuyorum.

Yoruma kapalı.