“ SEÇİMDEN YANSIYAN DEĞERLER, ANAYASALARA YABANCI… ”

- Devamı için tıklayınız -

İbrahim Kaboğlu

12 Haziran 2011 günü yapılan 24. yasama meclisi seçim kampanyasının yansıttığı değerler nelerdir? Yanıt, parti liderleri veya önde gelenlerinin söyleminde.

Gerçi, seçim günü akşamı Başbakan’ın “balkon konuşması”, “yeni anayasa” için referans kaynağı oldu. Acaba bu ne kadar gerçekçi?

Seçim ortamının yansıttığı değerler dizisi, yeni anayasa arayışı için ölçü alınabilir. Bunun önemi şurada: 1982 Anayasası’na içkin değerler sistemine karşı olduğumuz için, bunun yerine yeni bir anayasa koymak istiyoruz. Şu halde, yeni anayasa , “resmî değerler”de yenilenme arayışı demek : insan onuru temelinde özgür toplum halinde ve barış içinde birlikte yaşama ortamı için çerçeve oluşturacak bir anayasa.

ÇATIŞAN DEĞERLER: ÜÇLÜ TABLO

1.- Önce, yürürlükteki anayasal değerleri hatırlayalım:

– Siyasal ve anayasal dengeler; devlet-toplum ilişkisinde devlet ağırlıklı bir yapı; merkez-çevre ilişkisinde, merkeziyetçi; merkezde ise, yürütme ve idare ağırlıklı bir yapı.

– Kırılma halkaları; etnisite vurgulu dar yurttaşlık tanımı; dinselliğin sindiği lâiklik.

– Özgürlükler; düşünce özgürlüğü ve toplu özgürlüklerin eğreti statüsü…

2.- Bu saptamalar, “yeni anayasa” ile amaçlanan üzerine yeterli fikir veriyor:

– Siyasal ve anayasal dengelerde; devlet ağırlıklı değil, toplum öncelikli, adem-i merkeziyetçi, yasama-yürütme ve yargı organlarının dengeli bir yapısı.

– Kırılma halkalarını ortadan kaldırmak için geniş yurttaşlık tanımı ve lâik bir metin.

– İnsan onuruna dayanan bir özgürlük ve eşitlik denklemi.

3.- Seçim kampanyası söylemleri, aşılmak istenen ve ulaşılmak istenen anayasaların neresinde?

– Anayasal dengelere yabancı bir kampanya: tarafsız olması gereken devlet görevlilerinin toplumdan oy toplamaya yönlendirilebildiği bir siyasal sistem; Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı bile dışlamaya çalışan merkeziyetçi zihniyet; yürütme ve idare organlarını öne çıkaran bir süreç (Meclis’in son günlerinde çıkarılan KHK ve seçime iki gün kala bakanlar kurulunu ikiye katlayan tek kişi iradesi…)

– Yurttaşlık ve lâiklik: kampanya dili, kapsayıcı yurttaşlık tanımıyla taban tabana zıt, milliyetçi ve etnik vurgu, bayrak ve “tek”lik üzerinde odaklaştı. Hatta, ırkçı motifli konuşmalar eksik olmadı. Öyle ki, kimlikler ekseninde söylenenler, 1982’nin, sıkça eleştirilen etnisite temelli özelliğinin gerisine bile düştü. Lâiklik-din ilişkisinde; ilahi, dinsel ve ahlaki söylem sürekli kılındı: Allah, ayet, mezarlık, ölüme övgü, ezan, Alevilik kavramları, seçim kampanyasında kayda değer bir yer tuttu. Siyasal söylemin merkezine yerleşen bu sözcükler, 1982’nin lâik rejimin çerçevesini zorlayan zorunlu din dersleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapılanma tarzını gölgede bıraktı.

-Özgürlükler pratiği de olumsuz: karşıt, aykırı ve farklı görüş açıklamaları, şiddet içermeyen toplu özgürlükler, bastırıldı. Ülke ve doğa/çevre savunucularını yargılamak için olağan mahkemeler bile yeterli görülmedi ve özel yetkili mahkemeler devreye sokuldu. Mahremiyet, aile kavramına indirgendi… Bir heykelin yıkımı için aynı kentteki türbe gerekçe gösterilerek, hem sanat özgürlüğünde iktidarın belirleyiciliği, hem de öte dünyanın dünyevi olana üstünlüğü kanıtlanmak istendi. Anayasa’dan on yıl önce çıkarılan idam cezasına övgü dizildi; iktidara muhalif kişinin ölümü makbul görüldü… Dışlayıcı, aşağılayıcı ve tehdit edici söylem bağlamında, “hanım veya bayan” yerine, “kadın mı, kız mı?” ifadesi, cinsiyetler arası eşitliğe inanç zayıflığı anlamına gelmiyor mu?

ANAYASAL GERÇEKLİK İÇİN…

Kısacası, siyasal söylem, insan onuruna dayanan eşitlik ve özgürlük denkleminde şekillenen demokratik toplumda özerk birey anlayışına yabancı kaldı.

Oysa, yeni anayasa ile amaçlanan, 1982’yi geride bırakmak, onun çok ilerisine geçmek. “Seçim ortamı” mazereti geçerli olabilir mi? Eğer, yukarıda değinilenler, istisnai söylemler olsaydı, “evet”; ama, tam tersine, “siyasal kültür”e içkin sözler, tavır ve eylemler oldukça yaygın.

Çağdaş, özgürlükçü ve eşitlikçi anayasa anlayışına yabancı siyasal söylem ve uygulama, bir “balkon konuşması”yla örtülemeyecek yoğunluk ve yaygınlıkta.

Bu nedenle, değiştirme veya yenileme sürecinde “sanal ortam”dan “anayasal gerçeklik” eşiği için, 12 Haziran öncesi ve sonrası, birlikte algılanmalı. Çünkü, öncesinde tanık olunanlar ile sonrasında çizilen hedef arasında açık bir çelişki var. Bunlar yokmuş gibi kabul edilerek, sayısal sonuçlardan hareketle “pembe tablolar” çizmek, bugün için rahatlatıcı olabilir; ama yarın için “hüsran”a yol açabilir.

Yoruma kapalı.