“ 'Sivil Anayasa' suretleri ”

- Devamı için tıklayınız -

Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku ve öğretisinde yeri olmayan “sivilanayasa” söylemindeki “sivil” sıfatının sözcük anlamı, “medenî”, “uygar (çağdaş)”, “yurttaşlıkla ilgili”. Bizde ise, sivil-asker ayrımından hareketle, “askeri olmayan”, yani “üniforma (tekbiçim-li) giymeyen” anlamı da yüklenir. Hatta, bu sıfat tamlaması ile yetinmeyip, bir de belirtili isim tamlaması kullanılıyor: “ilk sivil anayasa”. Şu halde, anayasal-siyasal tarihimizi biçimlendiren önceki 5 anayasa, “medenî olmayan”, “askerî” anayasalar mıydı?

Açılım ve tepki: Türkiye anayasal gelişmelerini hangi kavramlar özetler? Yeni bir hedef, geleceğe yönelik bir program, toplumun önünü açma, yani var olanı aşma; bir de mevcut olana tepki veya kazanımları durdurma, kaldırma ya da geri götürme. İlkine örnek oluşturan 1961’in en belirgin zaafı, darbe sonrası hazırlanmış olması ve yöntemindeki demokrasi eksiği. Yapım tarzı daha otoriter olan 1982’nin metni ise, ikinci kategoriye denk düşer: amaç, 1961’in getirdiği kural ve kurumlara tepki. Eğer anayasa özgürlük-otorite dengesini sağlayan bir metin ise, 1961 bir özgürlük, 1982 ise bir otorite belgesi olarak nitelenebilir.

20 yıldır yapılan gözden geçirme çalışmalarına karşın, yeni bir anayasa gereksinimi hâlâ ortadan kalkmış değil. “Anayasada değişik’likle-rin bir adım ilerisi “anayasayı değiştirmek”; daha sonrası ise, “anayasayı yenilemek”.

Genel çerçeve: AKP’nin “sivil anayasa” söylemi, ilkin yenileme görüntüsü verdi. (Hatta o kadar “sivil” ve “renksiz” olacaktı ki, Atatürk bile Anayasa’da yer almayacaktı). Sivil yaklaşımı doğru, çünkü bu süreçte asker kişiler yer almıyor. Fakat getirdikleri açısından Anayasa’yı “yenilemek” değil, “değiştirmek” anlamına geliyor: mevcut Anayasa’nın özellikle kurumlara ilişkin maddelerinin gözden geçirilmesi.

Bunların bir kısmı, hukuk devletini savunan her kesimin öneregeldiği yargısal denetim yasaklarının kaldırılmasıyla ilgili. “Hak ve özgürlükler, İHAS’la uyumlu hale getirildi” dendi, oysa 1995 ve 2001’de bu zaten büyük ölçüde yapılmıştı. Üstelik İHAS, 1. kuşak haklarla sınırlı. 1982’nin sorunu ise, daha çok 2. ve 3. kuşak haklarda…

Çelişkiler zinciri: genel çerçeve Temmuz sonunda belirdikten sonra, Ağustos boyunca yeni bir surete (dışarıdan görünüş, şekil, kılık, tarz) geçilerek, taslaktaki diğer hükümler parça parça açıklanmaya başlandı. Bu süreç, birtakım çelişkileri de açığa çıkardı: “Türbanı yasaklayan düzenleme yok” dendi, buna karşın üniversitede giyim-kuşam serbestliğine ilişkin hüküm kondu. “CB’nin dokunulmazlığı zaten var” dendi, dokunulmazlık zırhı 1924 Anayasası ile meşrulaştırılmaya çalışıldı. “Darbeciler zaman aşımı nedeniyle zaten yargılanamazlar” dendi, geçici 15. md. kaldırıldı. “AYM’yi yeniden yapılandırıyoruz” dendi, anamuhalefet partisinin bile başvuru hakkı engellenerek 82 metninin gerisine düşüldü.

“Kale” ve “surlar” oluşturuldu: karşı cepheden devşirilen bir silahşorun Atatürk’e yönelik ilk hücumuyla başlayan “oklar atışması” sürerken, surların içerisinde saf tutan ulemâ, “yurttaşlık tanımı”nı 1924 Anayasası’na dayandırıyordu. Böylece “anayasal yurttaşlık” tanımında bile, ilk okun muhatabının ilerisine geçilememiş oldu.

Mizahi, ama akıllıca: E. Özbudun’un AKP’ye ilettiği metni açıklayamayacağı beyanının yanı sıra, E. Günay’ın -parti Genel Başkan ve yardımcıları dışında- kimsenin bilmediğini söylemesine karşın, taslak metin madde madde halka ferman edilmeye devam ediyor. Ulemadan oluşan ama adları resmen açıklanmayan “sivil” uzmanlar heyeti ise, en azından sivil olmayan (!) halkın tepkisini ölçmede “supap işlevi”ni yerine getirmiş görünüyor.

“Türban anayasa konusu değil”: önceleri kale içerisinde beklemede olan anayasa ekibinin (AKP Anayasa komisyonu) Başkanı Fırat’ın, 27 Ağustos’taki ilk toplantının ardından saptaması bu yönde. Böylelikle, “siyasal anayasa heyeti”, ulemaya “bu kadarı da fazla” demiş oluyor. Bu suret, bir çağrışımı da beraberinde getirmiyor değil: 1982 Anayasası’nı hazırlayan sivil kanadın (Komisyon) metnindeki bazı maddeleri çizen askeri kanat (MGK) da, “bu kadarı fazla” demişti.

“Hâkîyeşil”den kaçarken, “türbe yeşili”ne tutulmak: “sivil” sıfatını kutsayarak üniformadan arındırılmış bir metin söyleminin altında, başka bir üniformayı meşrulaştırma kaygısı yatmıyor mu? Dileyene sadece saçlarını değil, yanaklarını, hatta gözlerini bile kapatabilme serbestisi tanınarak, “tek bi-çimli”likten uzaklaşılacağı mı sanılıyor? Yoksa, “ilk sivil anayasa” deyimine, bütün medeniyet dışı ve askerî addolunan öncekilerin birikimine tepki ereğinde bir “AK”lama misyonu mu yükleniyor?

Yoruma kapalı.