SİYASETİN GÖLGESİNDEKİ YARGI

SİYASETİN GÖLGESİNDEKİ YARGI

Hukuku söylemek, haklı olanı dile getirmek, gerçeği ortaya çıkarmak ve adaleti sağlamak… Bu işlev, bağımsız ve tarafsız bir yargı erkince yerine getirilir. Ne var ki, hukuku uygulamak kadar, yapmak da önemli. Kural koymak, siyasal organların işi, şu iki kayıtla: Hukuk uygulayıcılarını yapım sürecinden dışlamamak ve sonrasında uygulayıcıların görevine müdahale etmemek. Yapım, siyasal ve demokratik bir süreç; bağımsız uygulama ise, bir hukuk devleti sorunu. Oysa, hukuku yapanlar, kendilerini yargı denetiminden bağışık tuttukları halde, uygulayıcıların kararlarına anında ve sürekli tepki vermekte de sakınca görmüyor.

Adlî yılın başlaması, yargı ve sorunlarına dikkat çekme vesilesi. Gerçi 25 Nisan, 10 Mayıs ve 6 Eylül, sırasıyla Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve adlî yargının günleri olarak kutlandığı için, yılda en az üç kez, bu konuda tartışma olanağı var. Buna karşılık, ilgili yargı gününü kutlama etkinliklerine, üç yargı organının kendi aralarındaki çekişmeler ya da politik çıkış ve tepkiler damgasını vurmakta.

Yeni adlî yıldan ne beklenmeli? Yanıt: Bağımsız yargının, tarafsız bir yaklaşımla adaleti sağlaması. Bu ne ölçüde mümkün? 2005-2006 adlî yılından alınan miras, fikir verebilir:

• 1982 Anayasası’nın sürekliliği: 1982 metni i96ı’in aksine, yargı erkini, yasama ve özellikle yürütmeye karşı ikincil bir konuma yerleştirdi. Bu nedenle, aslında, 1982 statükosu siyasetçilerin anlayışıyla örtüşüyor. Bu konuda geçen adlî yılda da dengeleyici bir düzenleme yapılmadığı için, yargı üzerinde politik organların etki ve nüfuzu eksik olmadı.

• Kaba güç ve seyircileri: Geçen adlî yılda ortaya çıkan yeni bir vak’a, “sokak çetesi” denebilecek grupların yargı organlarını adeta kuşatma altına almış olmaları. Bu kişi ve grupların asıl hedefi, yargı mensuplarını baskı altına alarak, toplumsal sorunların düşünce ve ifade özgürlüğü yoluyla çözümünü baltalamak ve demokrasi yerine otoriter bir rejimi hâkim kılmak. Siyasal ve idari makamların, bu tür eylemler karşısında genellikle seyirci kalmalarının yanısıra, bazı cumhuriyet savcılarının, kaba güç yanlılarının taleplerini iddianamelerine yansıtmaları, sokak-siyaset ve kimi yargı mensupları arasındaki fikri paralelliği yansıtmıyor mu?

Dahası, devletin varlık nedeni olan organların, farklı düşünce ve inançta olanlara yönelik linç hareketini görmezden gelmesi ya da özendirmesi, toplumda bir tür linç töresini ortaya çıkarmadı mı? Bu nedenle, yeni yılda yargı organlarının, düşünce davalarından çok, ilkel topluma dönüş eğilimini yansıtan eylemleri yaptırıma tabi tutma yönünde mesai harcamaları temenni edilir.

• Danıştay’daki cinayet, bu tablo dışında bırakılamaz. Danıştay bir karar veriyor, hükümet anında tepki gösteriyor; bir gazete, ilgili Daire üyelerini, resimleriyle birlikte hedef gösteriyor; cebinde hukuk diploması, elinde otomatik silâh bulunan bir başka kişi, kararı verenleri infaza tâbi tutuyor…

Bütün bunlara karşılık, olumlu gelişmeler hiç olmadı değil: Adlî yılın bitimine doğru, yargıç ve savcılar, örgütlenme hak ve özgürlüklerini kullanarak, dernek statüsünde bir birlik (YARSAV) kurdu. Adalet Bakanlığı, AB’ye bu konuda yasal bir engel bulunmadığını bildirmiş olmasına karşın, İçişleri Bakanlığı kuruluşa engel çıkardı. Yeni adlî yılda, bu konu yargının gündemine oturacağa benziyor. Belki de, yargı, kendi mensupları ve örgütünü yargılayacak; tıpkı, geçen adlî yılda insan haklarını koruyucu organ sıfatıyla, bir başka resmî insan hakları kuruluşunu (İHDK) yargıladığı gibi.

Sonuç olarak, hukuku siyasetin gölgesinden kurtarma sorumluluğunun, öncelikle yargı erkinin kendisine ait olduğu unutulmamalı. Bu amaçla, meslekî örgütlenme kadar, insan hakları alanında uluslararası hukuka açılımın içselleştirilmesi de, hukuk devleti yolunda umut ışığı olarak görülebilir.

Yoruma kapalı.