TİB/MİT ile CB/MGK ve BAKANLAR KURULU

TİB/MİT ile CB/MGK ve BAKANLAR KURULU

AKP’nin CB adayı Başbakan’ın açıklamasına göre, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), MİT’e bağlanacak; seçilirse, Bakanlar Kurulu’na MGK gibi başkanlık yapacak. Çözüm süreci ve paralel devlet, öncelikli iki gündemi olacak.

TİB, MİT’e bağlanacak…

Sıkça özgürlük ihlâllerine imza atan TİB’in yetkileri, 5651 sy.lı yasa ile arttırıldı (bkz. 13 şubat yazısı: Anayasa’ya “açık aykırılık”). AYM, yasayı kısmen iptal etti (29 Mayıs).

MİT ise, aşamalı düzenlemelerle giderek hukuk dışına çıkarıldı: MİT görevlilerinin ceza soruşturmalarını Başbakan iznine bağlayan 6278 sy.lı yasayı, AYM uygun buldu. (2 üye karşı oy kullandı/17.01.’13). Bununla da yenitilmedi: -kuşku yaratan TIR’larının adli makamlarca aranması üzerine- MİT yeniden düzenlendi ve büyük ölçüde anayasal düzen dışına çıkarıldı. 6532 sy.lı bu yasa, yine AYM önünde. Son aylarda bireysel başvurular vesilesiyle özgürlükler güvence işlevini öne çıkaran AYM, MİT’in yeniden yapılanmasına onay verirse, varlık nedenini de yadsımış olacak…

Ya TİB? TİB benzeri kuruluşlar, Avrupa devletlerinde, “uzman ve özerk kuruluş” statüsünde; bizde ise, siyasal ve idar? hiyerarşi içinde bağlı bir birim olarak örgütlendi. Bu kuruluşu, uzman bir kuruluş olarak düzenleme yerine, tam tersine MİT’e bağlamak veya görev ve yetkilerini MİT’e devretmek, ne anlama gelir?

– MİT’in görev ve yetki alanını pekiştirmek,

– MİT, büyük ölçüde bağışıklık statüsüne konulduğundan, “hukuk dışı alanı” genişletmek.

Sonucu; Devlet’te keyfilik artacak, kişi güvenliği ve özgürlüğü azalacak…

MGK’ye başkanlık gibi…

CB adayı, MGK ile Bakanlar Kurulu Başkanlığı için MGK Başkanlığı’na yollama yaparak, anayasal sınırlar çerçevesinde kalma eğilimini yansıtmak istiyor.

Anayasal ve siyasal bakımdan yerinde olmayan bir karşılaştırma. Neden?

– Anayasa’ya göre MGK, “Cumhurbaşkanı başkanlığında” kurulur (m.118). Bakanlar Kurulu ise, “Başbakan ve bakanlardan kurulur.” (m.109). “Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak… hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini sağlar; bakanların görevlerini Anayasa ve Kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür.” (m.112).

Bu anayasal çerçevede, CB’ye tanınan “gerekli gördüğü zaman Bakanlar Kuruluna başkanlık etme” yetkisi, tamamen istisnai olup, ancak olağandışı durumlarla haklı kılınabilir: Gezi olayları, MİT tırlarıyla sınır-ötesine silah sevkiyatı, 17 ve 25 Aralık operasyonları gibi.

– Siyasal açıdan ise, MGK demokratik bir birim değil, ama Bakanlar Kurulu, parlamenter rejimde demokrasinin vazgeçilmez organı. Dahası, Başbakan, bakanlar üzerinde hiyerarşik bir konumda. Bu bakımdan MGK karşılaştırması, yerindesiz ve talihsiz.

Çözüm süreci ve paralel devlet

Başbakan, CB seçilirse iki önceliğini de belirtiyor.

– Çözüm süreci: kim seçilirse seçilsin, hangi CB buna hayır diyebilir? Geçmişe doğru bakıldığında, 12 yıl boyunca yönetimde olan parti veya partiler, -hangisi olursa olsun- Kürt sorununa nasıl sırtını dönebilirdi? Kaldı ki, bu konuda ilk adımlar, üçlü Koalisyon Hükümeti döneminde (1999-2002) atılmıştı: İdam cezasının kaldırılması ve kültürel haklar açılımı. AK Parti Hükümeti fazla geç kalmadı mı?

– Paralel devlet: Paralel yapı veya devlete karşı mücadele edeceğini vurgulayan CB adayı, -varsa eğer- böyle bir yapının 12 yıllık başbakanlık dönemimde inşa edildiğini en iyi bilen kişi konumunda. Bu konum, makamından kaynaklanıyor. Değinilen Anayasa maddeleri, 1982’nin “güçlü Başbakan” formülünün göstergesi.

Bu nedenle iki olasılık var:

– Bir: terleyen Başbakan olarak, zamanının büyük kısmını meydanlara hasretti; siyasal ve yönetsel aygıt ise, Cemaat mensupları tarafından işletildi…

– İki: adı geçen yapı birlikte kotarıldı…

Eğer birincisi doğru ise, Başbakan, Hükümet Başkanı olarak görevini yapmadı; hayır, doğru olan ikinci olasılık ise, kendisi de suç ortağı!

CB seçimleri yaklaştıkça Devlet işlem ve eylemlerinden kaynaklanan olumsuzlukları “paralel yapı”ya yıkma yönünde söylem ve eylem (H. Dink davası ve son emniyet operasyonu) ivme kazanıyor. Böyle bir tür “ak”lanma süreci, “Cemevi”ne henüz ibadethane diyemeyen AK Parti adayına ne kadar oy getirir?

Halkın oylarıyla beslenen -başta TRT ve bütün Devlet yapısını yedeklediğini -tıpkı 2010 Anayasa halkoylaması gibi- unutmayalım. Devletten değil, milletten yana olduğunu söyleyen aday, anlaşılan “millete, devlet yoluyla oy verdirme” peşinde…

”Yeni” Türkiye, kamuoyuna “kelepçeli” görünümleri yansıyan AKP’nin “derin devleti” aslında

Yoruma kapalı.