“ Türkiye kimin? ”

- Devamı için tıklayınız -

Türkiyeli Ermeni Gazeteci Hrant Dink katledildi”: Le Monde’un sağ-üst sütunda kullandığı başlık (21-22 Ocak ’07). Gazete, dağıtıma Paris’te 20 Ocak Cumartesi öğle üzeri çıktı. Almanya’da basılan aynı günkü Hürriyet, ilk sayfasını tamamen Dink’e ayırmıştı. Sağ-üst: başı ellerinin üstüne düşmüş, gözü açık resmi. Sol-üst: “Hrant Dink öldürüldü”, “Katil vatan haini” başlıkları. Bunun hemen altında (ve gazete adının solunda) ise, “Türkiye Türklerindir” logosu.

Özü: Türk olmayanın akıbeti belli. Katil ise, -vatan haini de olsa- ülkenin sahibi.

Bellek, ilkin, insan hakları reformlarını başlatma dönemindeki yaklaşıma kaydı: “Biz, Türk’ ü, Kürt’ ü, Boşnak’ 1, Çerkeş’ i, Arnavut’ u, Laz’ı ve diğerleriyle; Sünni’si, Alevi’si ve gayrimüslimlerimle ortak yüzyılların tek bir bayrak altında lehimlediği dev bir insanlık demeti; (…) bir cihan imparatorluğunun enkazından pırıl pırıl bir Cumhuriyet yaratmış büyük bir milletiz; Biz Türkiye’yiz”. (M. A. İrtemçelik, Devlet Ba-kanı-İnsan Hakları Zirvesi, Ankara-14.10.99).

Sonra, reformları noktalama dönemindeki zihniyete: “Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar”. (26.09.04 tarihli yeni TCK, md. 301 gerekçesi).

Bu md., Türkistan, Türkmenistan veya Gagavuz Türklüğünü ne ölçüde yüceltti? Bilinmez. Ama bilinen, bu anlayışa dayandırılmak istenen Devlet’in, kendi yurttaşını koruyamadığı.

Irkçı-milliyetçi motife dayanan md. 301’in yazımı ile uygulamasına hâkim olan zihniyet arasında paralellik yok değil. Yargı kararlarında kara cüppe yerine etnik aidiyet izleri seyrek değil. “301’den henüz kimse hapse girmedi” söylemi, Hükûmet’in md. yi muhafaza gerekçesi; 301’den yargılananların ödül alması ise, dalga geçme vesilesi oldu. Meclis’e gelince; Başkanı, “lâiklik tanımı” gibi Anayasa eksikleriyle (!) meşgul olduğundan, md. 301 vb yasal düzenlemelerle uğraşacak durumda değildi.

Böylelikle Türkiye, ve 6’yı, 301’in seri uygulaması sonucu sanık sandalyesine oturtulanları “teşhir” etmenin “dayanılmaz hazzı” (!) ile tamamlamıştı.

Aslında ülke, müze olmayı çoktan hak etmişti: “farklı düşüncesi” nedeniyle küfredilen, tehdit edilen, soruşturulan, yargılanan, hapsedilen, felç edilen ve katledilenler müzesi… Anadolu’nun bağrında farklı bir etnik aidiyetle doğmuş olması ise, H. Dink’in suçunu ikiye katlıyordu.

Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, etnos’a dayanmıyordu; tam tersine, ulus-dev-let vurgusu, eşitlik temelinde farklı etnisitele-ri ayrım gözetmeksizin kapsamına alma amacına yönelikti. Öyle ki, Atatürk’ün bizzat yazdığı ve 1924 Anayasası için çerçeve oluşturan Anayasa Taslağı’nda hakkın özneleri, “Türkiyeliler”^.

Yurttaşlık temeline dayanan Cumhuriyet de, bütün yurttaşların ortak varlığıdır. Hatta, insanlığın ortak malvarlığını oluşturan, “doğal, tarihî ve kültürel miras'” bütün insanlık ortak.

Kısacası, yaşam hakkının güvencede olduğu toplumsal barışı kurmak için, işe “ırkçı-milliyetçi” çağrışımları, yaklaşımları ve düzenlemeleri ayıklamak ve aşmakla başlamalıyız; çünkü Türkiye, bütün yurttaşların ortak varlığıdır. Yaşam hakkı kutsaldır ve bunu yok etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Yoruma kapalı.