“ÜÇ MEYDAN SAVAŞI”

“ÜÇ MEYDAN SAVAŞI”

Gerçek veya mecaz anlamında, “üç meydan”, ülke gündemini kaplamaya devam ediyor.

GEZİ MEYDANI

Gezi Parkı’nı, Ankara’nın, Büyükşehir Belediyesi aracılığıyla  ortadan kaldırma iradesi, seçmenlerin direnişiyle durduruldu. Böylece halk, belli bir toprak parçasını “işgalden kurtarmış” oldu; yabancıların değil, kendi hükûmetinin.  Haklar temelinde meşru olan kurtarma eylemi, şiddet yoluyla bastırılmak istenince, direnme sadece İstanbul’un değil, ülke sınırlarını kolaylıkla taştı.

Siyasal ve idarî makamlar, Gezi meydanı üzerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunamamaktan duydukları rahatsızlığı, iki temel kavramı saptırarak örtbas etmeye çalıştı:

– Hak ve özgürlükler: Bireysel ve toplu özgürlük öznelerini sanık sandalyesine oturtmak için, olağan ifade özgürlüğü araçları bile “suç delili” olarak gösterilebildi. Ve “cadı avı” devam ediyor…

– Demokrasi anlayışı: Bunların demokratik hak olmadığını kanıtlayabilmek için, demokrasi kavramı için yeni deyimler bile geliştirildi: sandık meydanı.

“SANDIK MEYDANI”

Başbakan’ın,  meydanlarda demokratik haklarını kullanan yurttaşlara, sandığı göstererek, bir hakkı kullanabilmenin meşruluğu ile sandıkta elde edilen çoğunluk arasında doğrudan bağlantı kurdu.  Aslında, bir bakıma, Türkiye usulü demokrasi yanılsamasına ayna tutmuş oldu:

– Oy, yurttaşın hakkı değil, görevi. “Millî egemenlik” anlayışının sonucu bu.

– Oy, bir seçim değil, bir tür plebisit. Çünkü, seçmen önüne konan pusulalarda adı yazılı adaylar, parti liderlerince belirlenen kişiler.

– Böyle bir plebisit sonucu TBMM’ye devşirilen zevat,  bir robot kadar inisyatif kullanamıyor: Son torba yasasına  muhalefet partisi vekilleri oy verince,  AKP’li vekiller, “CHP’nin önergesi sanıp yasaya oy vermediler.”

 “Şiddet kullanana şiddet” söylemi ile demokrasi yanılsaması arasında doğrudan bir ilişki var:  “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” hedefi,  Haziran 2013’te, gaz mermisi ve bombası kullanımı için geçerli kılındı. Sokağa bile çıkmayan mahalle sakinleri, hastalar ve çocuklar “gazlandı”.

Yaşamını kaybeden Mısırlılar için toplu gözyaşları döken siyasal zevat, çok daha meşru zeminde hareket eden Türkiyeliler için münferit bir başsağlığı bile çok gördü: “bize karşı çıkanların canları cehenneme” izlenimi eksik edilmeksizin.

Sonuç: Sandık meydanı bir demokrasi değil, iktidarı pekiştirme söylemidir.

ANAYASA MEYDAN OKUYUŞU

“Gezi”yi bastırmak için “millî irade” adına gövde gösterilerinin devam ettiği bir sırada, Mursi’nin götürülüşü, Türkiye gündemini perdelemek ve dış olayı, iç mağduriyete tahvil için bulunmaz bir fırsat oldu…

İçeride ise, Anayasa’da “48 maddelik uzlaşma  metni”, gündem saptırma yolu olarak “keşfediliverdi”.  (Aslında, Anayasa’dan daha önemli şu çelişkili iki sorun,  12 Eylül dönemini aratmıyor: Bir yanda, demokratikleşme ve insan hakları için engel oluşturan yasalara dokunulmaz iken; öte yanda,  KHK ve torba yasalar  yoluyla  (Anayasa Mahkemesi’nin de inayetiyle), tek kişi yönetimini pekiştiren rejim değişikliği hızla kotarılmakta…).

“48 maddelik anayasa çıkışı”, şu üçlü çelişki yumağını da beraberinde getiriyor:

·         İlk çelişki: eksik haklar listesinin ilk iki halkası üzerinde sağlanan uzlaşma, üçüncü halka için geçerli değil. Birey özgürlükleri ve sosyal hak halkalarında görünür bir somutlaştırma var. Ne var ki,  çevre  halkası eksik. Çevre ile ilişkiler bağlamındaki hakların olmayışı, “Türkiye’siz Anayasa”  kavramını çağrıştırıyor.

·         İkinci çelişki: yenilenen hükümler ile dokunulmayanlar arasındaki ilişkilerden kaynaklanır.  Önceki değişiklikler, bunun kanıtlarıyla dolu. Madde 14 (hakların kötüye kullanılması) ile, buna yollama yapan madde 83 (yasama dokunulmazlığı) arasındaki ilişki, tipik bir örnek. Ne var ki, Anayasa, bugünkü haliyle bile, bir maddesinden diğerine, adeta bir “çelişkiler yumağı”. Gerçekleşirse, “48 maddelik montaj”, mevcut metni, içinden çıkılmaz hale getirir.

·         Sonrası ve uygulama: Ama asıl çelişki,  “yamalarla bezeli anayasal metnin kaderi”. Ne zaman ve hangi siyasal irade tamamlayacak? Yaklaşan yerel ve CB seçimleri bile, Anayasa çalışmalarını gölgeleyici etki yaratabilmekte ise, yasama seçimi sonrası üzerine kim fikir yürütebilir? Dahası, kabul edilecek 48 maddeyi uygulamaya koyacak yasal düzenlemeler ne zaman ve kim tarafından yapılacak? Bu konuda TBMM’nin sicili pek bozuk, bilindiği gibi…

Sonuç olarak; “madem uzlaşma var, o halde haydi oylayalım” önerisi, ilk bakışta çekici görünse de, bunun yaratacağı sakıncaları görebilmek için,  “meydan savaşları”nı bütün olarak okumaya bile ihtiyaç yok. Buna karşılık, Anayasa meydan savaşı, gündem saptırması olarak, savaş halkalarını tamamlayıcı bir işlev görebilir. Uyanık oluna!

Yoruma kapalı.