Üniversite gençliği ve geleceği (miz)…

Üniversite gençliği ve geleceği (miz)…

‘Anayasa ameliyatı’, ‘demokratik özerklik’ ve ‘üniversitelerdeki hareketlenme’, 2010 gündeminden bellekte kalacak üçlü. Sadece yeni yılda değil, 2010’lu yıllarda devam edecek ‘operasyonlar, talepler ve olaylar’ zinciri bunlar.

Neden? Çünkü Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer alan bu sorunlar iç içe:

‘Anayasa’ ve çerçevesini adem-i merkeziyetin çizdiği ‘demokratik özerklik’, ancak birlikte düşünülebilir. Her ikisinin, üniversite ve gençliği ile ilişkisi ise, açık.

Önce, 2011’e bakalım: Anayasa, ‘yenilenemeyecek’ olsa da, seçim meydanlarında siyasal ‘araçsallaştırma’ malzemesi olarak kullanılacak. Ama en azından ‘ortak hedef’ belirlemesi, umut olarak görülebilir. Buna karşılık, demokratik özerklik talebi ile bunu bastırma yönündeki çabalar, çatışmaları derinleştirme görüntüsü veriyor. Üniversitelerdeki hareketlenme ile siyasal aktörler arasındaki gerilim ise, giderek tırmanıyor.

Sonra, her üç sorun arasında gerçek ve sanal durum ayrımı yönünden benzerlik kurulabilir:

-Anayasa: yürürlükte olanın gereklerini yerine getirmemek, ama yenisine bel bağlamak, bir yanılsama değil mi?

-Demokratik özerklik: gerek ulusal gerek yerel ölçekte demokrasi açığının hayli belirgin olduğu bir ülkede özerklik talep etmek de, bir yanılsama değil mi?

-Üniversitelere bakış: özgürlük mekânlarında otoriteyi baskın kılmaya çalışmak, bunları yaparken 1980’ler mevzuatının bile gerisinde kalmak, nasıl açıklanabilir?

Nihayet, üç konu arasındaki ayrılmaz bağ, geleceğe yönelik olarak da mevcut:

Eğer 2010’lu yıllarda yeni Anayasa yapılabilirse, bugünün genç kuşağı, bunun uygulayıcısı olacak. Demokrasi açığının kapatılması yönünde atılacak adımların başlıca muhatabı da aynı kuşak. Kısacası, yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olan kesimlerin, değinilen iki soruna yaklaşımı ile gençliğe bakış tarzı arasında doğrudan bir bağlantı var.

Bu nedenle, üniversite gençliğine, “siyasal aktörlere yönelik tavır, istek, etkinlik ve eylem sergilemeyin, susun!” demek, “size bırakacağımız miras konusunda söz hakkınız yok” demekle eşanlamlı. Gelecekleri ipotek altına alınacak biçimde belirlenmeye çalışılan yurttaşlardan sadece olan biteni seyirle yetinmelerini beklemek, “tevekkül ehli bir genç kuşak hayali” değil mi?

Tanık olunanlar, bugün ve gelecek karşılaştırmasının ötesinde, üzerinde çok yönlü olarak düşünülmesi gereken ipuçlarını gözler önüne seriyor:

“Öğrenciler siyasetle uğraşmasın” tezi, 1980’ler yönetimi ile özdeş bir uygulama oldu. 2010’larda ise, olup bitenlerin nitelenmesi ve bunlara gösterilen tepki, hayli kaygılandırıcı.

Bugünün ve geleceğin sorunları kavşağındaki bir toplumsal kesim olarak öğrenciler, merak eder, sorar, sorgular, araştırır, öğrenir; tavır koyar, karşı çıkar… Bütün bunları özendirmek, hem öğretim üyelerinin hem de yöneticilerin görevi.

Siyasetçilerin özgül konumu da hatırlanmalı: kendi mesleki çalışması ile yetinmeyen ve ülke sorunları bütününe yönelik çözüm yolları bulmak amacıyla siyaseti seçen kişiler, rahatsız edici talepler ve eylemlerle karşı karşıya gelebilir. Slogan atma, pankart açma, kendi sesini ve tepkisini yansıtan etkinliklerde bulunma, kural olarak “toplu ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilir.

Bunları daha baştan şiddet kullanım tarzı olarak nitelemek ve şiddetle bastırma yoluna gitmek, onları genel gözetim ve denetim altına alarak “konuşturtmamak” ile sonuçlanır. Öğrencilere potansiyel suçlu muamelesi yapmak, üniversitelerin varlık nedeni ile bağdaşmaz. Böyle bir bakış açısı, giderek, siyasal iktidar mensupları gibi düşünmeyenleri yıldırma ve susturma eşiğine varabilir. O durumda, Türkiye siyasal rejimi için dışarıdan yapılan melez nitelemesi bile geride kalabilir…

Bu saptama ve kaygılar, düşünme ve tartışmaya yönlendirme amacı ile örtüşmektedir. Gençliğinin sopayla, satırla, silahla işi yoktur ve olamaz; alınacak önlemler, bunları ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır. Bunun tam tersine, başta kolluk gelmek üzere, idari önlemler, “yönetici-siyasetçi fikriyatı”dışındakiler üzerinde yoğunlaştırılırsa, böyle bir uygulama, üniversitenin varlık nedenine içkin olan düşünce özgürlüğünü belki bastırabilir; ama şiddet tohumlarını da yeşertebilir.

Daha çok gencin daha çok üniversitede okuması, doğru bir hedef. Ama bu niceliksel yaklaşım, nitelik öğesi ile tamamlanmaz ise, gelecek yıllara umutlu bakmak için nedenler azalır. Amaç, elden geldiğince çok sayıda gence daha nitelikli bir yükseköğretim formasyonu kazandırmak olmalı. Eğer, “çok sayıda ama bizim istediğimiz gibi bir gençlik” yaklaşımıyla bakılırsa, yarınlarda, “melez”e bile özlem duyabiliriz…

Yeni yıla, umutla…

Yoruma kapalı.