“ YENİ ANAYASA İÇİN DİYALEKTİK YÖNTEM ”

- Devamı için tıklayınız -

Türkiye, anayasal hukuk düzeninde bir kopma/kırılma yapmaksızın, yeni bir anayasa arayışında. Bu arayışın, tam yirmi yıllık bir geçmişi var. 1991 yasama seçimlerini yeni anayasa vaadi damgalamıştı[1]. TBMM, tam beş kez yenilendi: 1991, 1995, 1999, 2002, 2007 ve 12 Haziran 2011’de 6. kez yenilenecek. Her Meclis, Anayasa’da birden çok kez değişiklik yaptı. Gerçekleştirilen değişiklik sayısı dikkate alındığında, her Meclis’e düşen ortalama değişiklik sayısı 3’tür. Ama hiçbiri, yeni anayasaya giden kapıyı açamadı.

24. yasama meclisi seçimlerine yaklaşık bir ay kala, “Anayasa”, siyasal partilerin seçim beyannamelerinde kayda değer bir yer tutuyor. Acaba, “anayasa vaadi”, öncekilere göre ne gibi farklılıkları yansıtmaktadır?

Sorun, 6 yasama dönemine yayılan anayasal arayışın sağladığı deneyim ve birikimin değerlendirilebilip değerlendirilemeyeceği noktasında düğümlenmektedir. Deneyim ve birikimler bir yana bırakılıp, öncekilerin devamı sayılabilecek yeni bir anayasa değişikliği yolunu seçerse, TBMM 24. yasama döneminde, yeni anayasayı ıskalayacağı gibi, yürürlükte olanın bile gereklerini yerine getiremeyecek; tıpkı 23. yasama döneminde olduğu gibi…

“Diyalektik yöntem”, “anayasal kısırdöngü”den çıkışa katkıda bulunabilir mi?

Bu yöntem, tek yönlü değil, farklı ilişki tarzlarına göre değişik aşamalarda düşünülebilir: öncelikle, anayasayı yapım ve içerik arasında, sıkı, doğrudan ve ayrılmaz bir ilişki vardır; sonra, yapım-içerik ve uygulama ilişkisi dikkate değer. Üçüncüsü ise, anayasa yapımında gözetilmesi gereken ulusal ve uluslar arası boyut ilişkisidir.

-Usul-içerik ilişkisi:

Yeni anayasa, kimin tarafından ve hangi yöntem izlenerek yapılacak? Bu soru ve yanıtı, yeni anayasanın içeriği ne olacaktır, yani yeni olarak öngöreceği kuralların, kurumların ve fren-denge mekanizmalarının neler olacağı sorusu kadar önem taşımaktadır.Bu nedenle, nasıl bir anayasa istiyoruz veya yeni anayasanın içeriği ne olmalıdır? Şeklindeki soruların yanıtını, ancak, anayasaya giden yol belirler. Yani, yapım süreci: “kurucu iktidar”ın sahibi kimdir veya kim olacaktır? Bu organın oluşmasında öngörülen demokratik yöntemler nelerdir? Bu görevi, kurulu iktidar olarak TBMM’nin üstlenmesiyle, anayasa yapımı amacıyla seçilen bir “Anayasa Meclisi”nin üstlenmesi, içerik yönünden farklı metinler ortaya çıkaracaktır. Böyle bir sorgulama, olağan dönemde anayasa yapım sürecinin bağrında yer alır.

-Yapım-içerik ve uygulama ilişkisi:

Anayasa, toplumu geleceğe yönelik olarak nasıl şekillendirecek? Veya, özgürlükleri güvence altına alabilmek için iktidarı sınırlayabilecek mi? Kısacası, “anayasaya saygı”, ne ölçüde sağlanabilecek? Bu soruların yanıtını, yapım-içerik diyalektiği belirler. Anayasa, elden geldiğince geniş katılımlı ve demokratik yoldan oluşan meclislerce yazılabildiği ölçüde, muhatap toplum üyelerince sahiplenilir, uzun erimli olur ve yürürlükte etkili olur. Aslında, “anayasal yurttaşlık”, sadece bir anayasal tanım değildir; yapım sürecinin yaratacağı bir algılama tarzıdır.

Bu konuda, şu yanılgıya dikkat çekmek gerekir: “ toplantılar düzenleyerek halka danışıyoruz, konferanslar, paneller düzenliyoruz, katılımcılar görüşlerini beyan edebiliyor,…” söylemleri öne çıkabilir. Kuşkusuz, bunlar önemli ve yararlı; ancak, sonuca etkili olabilecek mekanizmaları da beraberinde getirmesi kaydıyla. Aksi halde, halkın nabzını tutma konusunda deneyimli politikacıların seçim kampanyaları, anayasaya giden yolda en etkili katılım aracı olarak görülebilirdi…

-Ulusal ve uluslararası boyut ilişkisi: BM’nin kurucu belgesi (BM Şartı, 1945), bir Dünya Anayasası olamadı; ama, anayasacılık faaliyetleri, ulusal sınırları çoktan aştı.

Devlet anayasaları, bölgeler ölçeğinde gerçekleştirilen düzenlemelerden olduğu gibi, uluslararası örgüt ve belgelerin gölgesinde hazırlanıp uygulanıyor. Bu etkileşim süreci, devletlerarası anayasal ilişkiler için de geçerli.

Günümüzde anayasalar, sadece devletlerin “dışa açılan kapı”larının hukuki çerçevesini ortaya koyan metinler olmaktan öte, ulusal ve ulusal-ötesi mekanlar arasında köprü işlevi de yüklenmiş bulunuyor.

Bu çerçevede, gerek dikey ilişkiler ve gerekse yatay ilişkiler bakımından, anayasacılar ve anayasa mahkemeleri, yeri doldurulmaz bir işlev görmektedirler. Devlet ve uluslar arası örgütler arasındaki ilişkiler, “dikey”, devletler arası ilişkiler ise, “yatay” ilişkiler (trans-constitutionnalisme) şeklinde nitelenebilir. Bu etkileşim sürecinde, Avrupa ve Amerika merkezli anayasacılık, ağırlığını sürdürmekle birlikte, Afrika ve Asya deneyimleri de ortaya çıkmaktadır.

Bu çerçevede, bizdeki tipik ayrışmaya dikkat çekmek ilginç gelebilir. Sivil toplum kesimlerinde yürütülen anayasa çalışmaları, Güney Afrika ve İspanya gibi deneyimleri tanımaya çalışırken, iktidar sahipleri, daha çok ABD’yi işaret etmekle yetinmektedir. Başkanlık rejimine açık eğilim, bunun tipik bir göstergesidir.

Sivil toplum kesimleri ile uzmanların farklı deneyimleri inceleme eğilimi, “anayasal esinlenme” şeklinde yorumlanabilir. Buna karşılık, kimi siyasal aktörlerin yeni siyasal rejim arayışları için “anayasal taklit” nitelemesi yapılabilir. Oysa, Türkiye’nin anayasal deneyimi, anayasal taklit dönemini çoktan geride bırakmış bulunuyor[2].

Anayasa, yenilenebilir mi? Nasıl yenilenebilir?

Yapılan bu saptamalar ve öne sürülen görüşler ışığında, yeni bir anayasa yapma olanağı ve bunun olası yöntemi üzerine neler söylenebilir?

Bir ön sorun: 1982 Anayasası, yenisi yürürlüğe girinceye kadar yürürlükte kalacak; yani anayasal kopma veya kesilme olmayacak. Anayasal düzenin devamlılığının anlamı budur. Bununla birlikte, yeni anayasaya giden yolu, yine 1982 Anayasası açacak. Başka bir söyleyişle, 1982 Anayasası, kendi varlığına son verecek kuralı da kendisi koyacak.

Bu öncelikle, usule ilişkin bir Anayasa değişikliğini gerekli kılar. Bunu yapacak olan TBMM’dir. Bununla TBMM, yeni anayasayı hazırlayacak meclisin oluşum tarzını düzenler[3].

“Anayasa Meclisi”, halk tarafından genel oyla seçilir. Meclis’in anayasa çalışması, elden geldiğince saydam ve toplumun farklı kesimlerinin görüş ve önerilerine açık bir şekilde yürütülür. Anayasa Meclisi tarafından hazırlanacak metin, mevcut TBMM’nin müzakeresine ve teyidine sunulabilir. TBMM görüşmelerinde farklılaşma ortaya çıkarsa, yeniden “Anayasa Meclisi”nin gündemine gelir. Halka sunulacak nihai biçimi, Anayasa Meclisi verir. Anayasa tasarısı, halkoylaması ile onaylanırsa yürürlüğe girer. Reddedilirse, yenisi hazırlanır.

Anayasal yöntem konusunda önerilen süreçte, yeni anayasanın içeriği konusunda yoğun tartışmalar yürütülür. Tartışmalar, toplumsal yapı-anayasal sistem ekseninde kırılma alanları üzerinde yoğunlaşır: özellikle, kimlikler (eşitlik ve yurttaşlık), din – devlet ilişkisi (laiklik), merkez – çevre ilişkileri ( merkeziyet /adem-i merkeziyet) üzerine oydaşma (consensus) oluşturmak amacıyla görüş ve öneriler sunulur.

Bu tartışmalar, yeni anayasada, devlet-toplum ilişkisi üzerine yapılacak daha genel nitelikteki yaklaşımları da kapsamına alır. Bu da, yönetenler ve yurttaşlar ayrımını elden geldiğince en aza indirmeyi amaçlayan Hukuk Devleti ekseninde yapılır.

( Haydarpaşa, 5 Mayıs 2011, Sosyal Demokrat Dergi)

[1] “Gündem: Anayasa” başlıklı yazım,. (Mülkiyeliler Birliği Dergisi , Kasım1991) bu arayışın somut bir göstergesidir.

[2] “Anayasanın Yenilenmesi” (Anayasal düzenin devamlılığı sürecinde kurucu iktidar) başlıklı uluslar arası toplantı, ulusal ve uluslar arası boyut ilişkisi yanısıra, anayasal esinlenme/etkileşim süreçlerinin tartışılması bakımından kayda değer.(28-29 Nisan 2011’de Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Yerleşkesinde gerçekleştirilen toplantı, Anayasa Hukuku Uluslar arası Derneği’nin, herbiri bir başka devlette yapılan “Yuvarlak Masa” dizisinde yer almaktadır.)

[3] Bu konudaki ayrıntılı düzenleme yasa yoluyla gerçekleştirilir.

Yoruma kapalı.