“ 2012 TÜRKİYESİNDE ANAYASA VE YARGI ÜZERİNE TAHMİNDE BULUNURKEN ”

- Devamı için tıklayınız -

2012 TÜRKİYESİNDE ANAYASA VE YARGI ÜZERİNE TAHMİNDE BULUNURKEN

Önce dünden bugüne gelişmeleri hatırlamakta yarar var:

-Bilindiği gibi 1982 Anayasası, 1980’li yılların başında ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü ortam ve koşullarında, sanki sözkonusu olağan dışı durum hep sürecekmiş zihniyetiyle hazırlandı.

-Nitekim, çok geçmeden, 1987’de Anayasa’da ilk değişiklik gerçekleştirildi. Değişiklikler, 2010’a kadar sürdü ve sayıları 20’ye yaklaştı.

-Değişiklik çalışmalarına, çok geçmeden, 1991’de yeni anayasa arayışı eklendi.

Bu süreçte gelinen aşama şöyle değerlendirilebilir: Türkiye 20 yılda Anayasayı yenileyemedi, ama 20’ye yakın Anayasa değişikliği yaptı.

12 Haziran yasama seçimlerinden sonra atılan en önemli somut adım, “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” oldu.

TBMM’de temsil edilen partilerin eşit temsil esasına göre kurulan Uzlaşma Komisyonu, “yeni anayasa yolu” üzerine ilkeler belirledi ve bunu kamuoyu ile paylaştı. Bu kuşkusuz, şu an itibariyle olumlu bir adım…

Fakat, yeni anayasa yoluna ilişkin çekinceler bir yana, yeni anayasa için “içtenlik sınavı” olarak adlandırılabilecek “acil yasama çalışmaları” yapma gereği, çoktandır dillendirilmektedir.

Bunlar, öncelikle, düşünce ve örgütlenme özgürlüklerine, kişi güvenliğine ilişkin alanlardır; daha doğrusu, muhalif görüş açıklamaları veya faaliyetleri nedeniyle insanları özgürlüklerinden alıkoyma sonucunu doğuran düzenleme ve uygulamalar.

Bu sorunlar, siyasaldır, hukukidir ve yargısal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, 2012 Türkiyesinde anayasal ve yargısal durum, Anayasa’ya aykırı yasaların ayıklanmasına veya hem yasalara hem de Anayasaya aykırı uygulamalar üzerinde atılacak adımlara göre şekillenecektir.

Şu halde, YARGISAL, MEVZUATA İLİŞKİN VE SİYASAL sorunlara birlikte bakma gereği vardır:

1.- Yargısal; 2001-2005 yıllarında gerçekleştirilen reformlara rağmen özellikle son yıllarda tanık olunan yargı uygulamalarını, yürürlükteki hukukla açıklamak kolay değildir. Çünkü, yargı kararları, anayasanın emredici kurallarına aykırıdır, hatta veya yürürlükteki yasaların bile gerisine bile düşmektedir…

2.- Hukuki; Yargı kararlarının yürürlükteki mevzuat çerçevesinde kabul edilemez özelliği, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü ile kişi güvenliği üzerinde “damoklesin kılıcı” gibi sallanan yasal düzenlemeleri ayıklama gereğini ortadan kaldırmaz.

3.- Siyasi; siyasal irade, ilk iki zaafı pekiştiren bir görünümü yansıtmaktadır. İki nedenle:

*fikri farklılığın bedeni özgürlükten alıkonulma sonucun doğuran uygulamaları, açık ve/ya örtülü olumlama, hatta cesaretlendirme, yaygın ve sürekli bir politik tavırdır.

*mevzuata ilişkin düzeltim işareti vermemekte…

Bu iki neden, “muhalif görüş sahiplerini bedeni özgürlükten alıkoyma” uygulamalarını sürekli kılmaktadır.

Bu belirtilenler ışığında yeni anayasaya giden yolda “öncelikli olarak yasama çalışması” yapma gereği bulunmaktadır. Bu süreçte;

– İşaret edilen uygulamaların insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletini kuracak yeni anayasa hedefini gölgelediği, siyasal irade tarafından kabul edilmelidir.

– Böyle bir kabulün hukuk düzlemine yansıması, bazı yasa maddelerinin ivedilikle gözden geçirilmesi şeklinde olmalıdır

– Bu süreç ve sonucu, yargı organlarını, hukuka uygun karar vermeye zorlayacaktır.

Bu gerekliliklerin yerine getirilmesi, yeni anayasa sürecini geciktirmez. Tam tersine, hızlandırıcı bir işlev görebilir; ama daha önemlisi, anlamlı kılar.

Bunu, anayasaya paralel çalışmalar yoluyla yürütmek mümkün ve gereklidir.

Bunun için, pekala “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” benzeri bir komisyon kurulabilir. Bunda bir engel bulunmadığı gibi, bu süreci işletmek, anayasa uzlaşma komisyonundan daha kolaydır.

Yine , böyle bir çalışma, eğer bir gün kotarılabilirse, yeni anayasanın, sağlam sütunlar üzerinde yükselen “çatı işlevi” görmesini sağlayabilir.

Kuşkusuz, yeni anayasa çalışması üzerine izlenen yöntem de sorunludur. Çünkü, yeni bir anayasanın bu amaçla seçilecek bir “Anayasa Meclisi” tarafından hazırlanması, en sağlıklı ve en demokratik yöntem olacaktı. Fakat TBMM’nin tercihi, yeni anayasayı hazırlama görev ve yetkisini doğrudan üstlenme yönünde olmuştur. Üstelik, bu konuda, yani usule ilişkin olarak Anayasa değişikliği yoluyla Uzlaşma Komisyonu için hukuki altyapı da hazırlanmış değil…

Bu nedenle, yeni anayasa çalışmaları, her an bir yol kazasıyla karşılaşabilir. Bu bilinmezlik nedeniyle olsa gerek, ilgili çevreler, henüz yeni anayasanın hangi yeni kurallar, hangi yeni kurumlar ve hangi yeni fren/denge mekanizmaları üzerinde inşa edileceği konularında somut tartışmalara başlamadı veya başlayamadı…

Sonuç olarak, eğer TBMM uzlaşma komisyonu yöntemi başarısız kalırsa, en azından bu yol da denenmiş olacağı için atılan bu adımı desteklemek gerekir. Yargının durumu ise, daha çok yasal düzlemde atılacak olumlu adımlara bağlı görünmektedir. Bunu belirleyen ise, siyasal irade olacaktır. Kısacası, 2012 Türkiyesi için belirleyici olan, TBMM’de çoğunluğa sahip siyasal partinin demokrasi ve insan haklarına bakış tarzı olacaktır.

Yoruma kapalı.