AK PARTİ DEMOKRATLAŞABİLİR Mİ?

AK PARTİ DEMOKRATLAŞABİLİR Mİ?

Çoğunlukçu anlayışı kendine özgü bir Parti AKP. Nasıl? Çoğulcu- çoğunlukçu demokrasi, elli yıllık bir tartışma: 1961 Anayasası çoğulcu, 1982 çoğunlukçu. Genel çizgileriyle doğru olan bu saptama, şu olguyu gözardı ettirmemeli: 1961, çoğunluk kuralını dışlamıyor; ilk metninden uzaklaşan 1982 de, çoğulculuğu yok saymıyor. Aslında demokrasi, “teknik(çoğunluk) ve etik(çoğulcu) olarak her iki boyutuyla vardır.

AKP, bütün bu tartışmaların ötesine geçti ve seçimleri, adeta “her şeyin ölçütü” olarak algıladı. Seçimlerde oy oranı yükseldikçe, kendisine oy vermeyen çevreler üzerindeki baskısı arttı. Dışa dönük olarak, savaşçı eğilimi sürekli ivme kazandı. Tek adam kültü yaratan çoğunluk, hukukun önüne geçti. Dış politikada, diplomatik dil ve nötr tutum, yerini meydan okuyucu konuşmalar ve yan-karşıt ayrışmasına bıraktı.

Çoğunlukçu yanılsama, siyaset biliminin verilerini ve yakın tarihimizi çarpıtma alışkanlığını pek yaygınlaştırdı:

-“Çoğunluğu eleştiren azınlıklar, ancak çoğunluğu elde ederlerse haklı olabilir; bunlar parti değil de, sivil toplum (demokratik kitle) örgütleri ise, parti kurarak seçime girmeli ve ancak o durumda çoğunluk partisi ve iktidarı hakkında söz söyleyebilir, eleştiride bulunabilir…” “Çoğunlukçu” demokrasiyle bile ilgisi olmayan böyle bir yaklaşım, çok tehlikeli bir bakış açısı aynı zamanda.

-“Azınlık baskısını ve seçkinlerin saltanatını kırma” söylemi, çoğu zaman 1961 Anayasası’nı hedef alır:“1961 Anayasası da, seçkinci ve vesayetçi bir Anayasa idi; çoğunluk olma umudu olmayan kesim, kendi vesayet kurumlarını oluşturdu”. Böyle bir yaklaşımı çürütmeye şu örnek yeter: Anayasa Mahkemesi’ne, 15 üye üzerinden Millet Meclisi üç, Cumhuriyet Senatosu iki üye seçer. Seçimler, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile yapılır. İlk iki oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, salt çoğunlukla yetinilir ( 1961 Any., md.145).

AYM’nin statüsü ve işlevine uygun olan bu demokratik seçimin vesayet ile nasıl bir ilişkisi olabilir? Bu kuralı koyanlar, çoğunluk umudu olmayan seçkinler mi?

Ya demokrasi adına yapılan 2010 değişikliği? TBMM’nin, 17 üzerinden sadece 3 üyeyi dolaylı olarak seçiminde, “ikinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oyu alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur”.

Daha demokratik ve daha vesayetçi olan hangisi?

Çoğunluk üzerine ve ülkemizin yakın geçmişine ilişkin yanlış algılar ve çarpıtmalar, iktidar partisini, demokrasinin “etik” boyutunu sıfırlama eşiğine götürebiliyor. Bu eşik, iktidar ve muhalifler olmak üzere, toplumu derin bir ayrışma ve çatışma eksenine taşımış bulunuyor.

Şimdi bazı iyi niyetli kesimler, iktidarı, toplumsal gerilimi azaltıcı bir dil kullanmaya davet ediyor. Varlık nedenini, toplumu, “bizler ve diğerleri” ayrımına dayandıran bir Hükümetten bu beklenebilir mi? Böyle bir çağrının mesajı şu: demokratlaş!

Hükümet, 12. Yılında kendini değişime tabi tutabilir mi? Çok zor. Hatta, mevcut tutum daha da sertleşebilir, şu üç nedenle:

– Dinsel eğilim ve uygulamalar arttıkça, bunlar doğası gereği, demokrasi ve özgürlük alanlarını daraltır. Kocatepe Üniversitesi’nin, kayıt yaptıran öğrencilere ‘fişlemeye yol açacak’ bir anket uygulaması, ortaöğretim kurumlarında ibadethanenin gündeme getirilmesi, rastlantı mı?

– İktidarın, hegemonyacı ve savaşçı dış politikasında sürekli kaybetmesi, içe, daha çok “baskı ve şiddet” şeklinde yansıyor.

– İktidarı sürekli kılmak için, devlet organlarını ve ideolojik aygıtlarını, parti ve hükümete göre biçimlendirmek suretiyle baskıyı giderek yoğunlaştırma kararlılığı…

Demokratlaşma umudu olmadığına göre, Hükümeti demokratikleşme yolunda adım atmaya zorlayan etkenlere dikkat çekilebilir:

– Avrupa Birliği: Buna büyük ölçüde, AB Bakanının öncülüğünde set çekildi.

– Avrupa Konseyi/İnsan Hakları Mahkemesi: Yargı organının kararlarının yaptırım gücü bile umursanmaz oldu. Bu nedenle, demokrasinin “etik” yönü yok varsayılıyor.

– Kürtler/Aleviler: demokratikleşme yolunda atılabilecek adımlarda etkili olabilecek başlıca iki toplum, etnik temelde ve inanç temelinde. Ne var ki, Hükümet partisi bu konularda, kendi hedeflerini ve geleceğini riske atmayacak kadar adım atar ancak.

Bu ilişkileri ortaya koymak gerekiyor. Yoksa sorunları, demokrasi ve insan hakları ölçüleriyle açıklama olanağı yok. Çünkü cari söylem ve eylem, çoğunlukçu demokrasi anlayışının 1982 Anayasası’nın öngördüğü çerçevenin bile gerisine düştüğünü gösteriyor. Sonuç olarak; AKP’nin demokratlaşma olasılığı, ancak muhalefete düşmesiyle belirebilir; demokratikleşme sınırlarını ise, muhalefete düşmeme hesabı belirler…

Yoruma kapalı.