“ AKP kararında usûl ve esas ”

- Devamı için tıklayınız -

“Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını koruyacağıma; görevimi doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (AYM üyeleri için öngörülen and metni, AYM’nin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, m.7, 2949-10.11.1983).

Dokuz paragrafta tek cümleden oluşan Anayasa’nın Başlangıç metni ise, şu şekilde sonlandırılmış: “Bu Anayasa, … TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur”.

Görüldüğü üzere, Anayasa’nın tanım öğeleri, “yurttaşlık” sıfatı yerine etnik vurgu üzerine oturtulmuş. 12 Eylül ruhunu sürdürme bakımından, Anayasa ve Yasa birbirini bütünlüyor.

Bu çerçevede, koruma görevi, Anayasa yargıcı tarafından “nesnel ve yansız” olarak yerine getirilecek. Bu ise, Anayasa’yı yorumlama ve hakemlik dâhil, çok geniş bir faaliyet alanını kapsar.

•••

30 Temmuz günü saat 18.00’de kameralar karşısına geçen AYM Başkanı sayın Haşim Kılıç, Anayasa m. 68 ve 69’un kendilerine yüklediği koruma görevinden yakınarak, Anayasa’nın değiştirilmesini ve kendilerinin bu görevden muaf tutulmasını -dolaylı biçimde de olsa- dillendirdi.

Burada ilginç olan, SP kapatma rekorunun üç ayağı bir anda unutuldu ve sorumluluk sadece Anayasa’ya yüklendi. Anayasa ilk (SPK’yı unutmaksızın), SP’lerin Anayasa’ya aykırı faaliyetleri 2., AYM’nin dar ve katı yorumu ise 3. ayak.

İlk ayak hayli onarım gördüğüne göre, şimdi sıra, siyasal aktörlerin faaliyetlerini yorum yoluyla elden geldiğince “demokrasi ve hukuk devleti” bağlamına yönlendirmeye gelmişti. Oysa denetimi olanaksız hale getirmenin sağlayacağı yarara göre, partiler üzerinde AYM denetiminin varlığı, belirtilen bağlamda daha olumlu bir işlev görebilir.

•••

“Anayasal ve siyasal şikâyet”e yaklaşık 10 dakika ayıran Başkan, kararı iki dakikalık bir açıklamayla geçiştirerek, gazetecilerden soru almaya başladı. AKP’nin kapatılmaktan nasıl sıyırdığı açıktı; ama, devlet yardımından nasıl “yoksun bırakıldığı” örtülü kaldı.

Gerçi, kararın gerekçesi yazılmadan ivedilikle açıklanması, Anayasa ve 2949 sy.lı Yasa hükümleri karşısında anlaşılır bir durum değildi; ama, AYM’nin yaptırım kararının, usûle aykırı olduğu dillendirilmeye başlandı.

Çünkü anılan Yasa, parti kapatma davalarının, Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) hükümlerine göre “inceleneceğini ve karara bağlanacağını” öngörmüştür (m. 3). CMK’ya göre, “Mahkeme başkanı, kıdemsiz üyeden başlayarak oyları ayrı ayrı toplar ve en sonra kendi oyunu verir. (m. 229). “Bu kurala uyulmadı”, dendi.

Yine, 4 üye için yapılan “reddi hâkim” talebini AYM başkanı, 3-4 saat sonra Heyetin oybirliği ile reddettiğini açıkladı(30.07.08). Bu konuda 2949’da açık hükümler olmasına karşın, konunun Kurul’a götürülmediği iddiası ortaya atıldı… Eğer, karar reddin kabulü yönünde sonuçlansaydı, “kapatmama” kararı, “ kapatma” şeklinde olacaktı, dendi.

•••

Sözün özü, “usûl”e ilişkin tartışmalar dinecek gibi görünmüyor. Ama hukuka ve anayasa yargısına saygılı kişiler, özellikle hukukçular, kapının arkasındakilerden çok önündekilerle ilgilenmeli.

Burada “karar-gerekçe” eşzamanlılığı, önemini bir kez daha gösterdi. Olup biteni tahmin ve olasılık yoluyla tartışmak yerine, onların gerekçeleriyle birlikte gün ışığına çıkmasını beklemeli…

Kuşkusuz bu ayrışma, esas sorumluluğun AYM’de olduğu gerçeğini değiştirmez. Anayasal buyruğun tersine ve “karar nasılsa sızar” kaygısıyla, gerekçeyi yazmadan açıklamakla AYM, kararı bir bakıma “resmen sızdırmış” oldu. İki nedenle: Bir kez, ortaya atılan iddialar, kararı tartışmalı kılmaya yönelik. Sonra, karar ancak gerekçesiyle birlikte R.G.’de yayımlanmak suretiyle etki ve sonuç yaratacak.. Şimdilik, resmen ve anayasal olarak bir yargı kararının var olup olmadığı bile tartışılabilir.

•••

Değinilen sorunlar, yargılama hukukunda, esas kadar -hatta bazen daha fazla- usûlün önemini bir kez daha sergiledi.

Ne var ki, o denli kapsamlı ve önemli dosyanın üç gün gibi kısa sürede, birçok soru işareti ile birlikte sonuçlandırılması, iç gerilimi de su yüzüne çıkarmadı değil.

Önceki yazılarımda, AYM önündeki AKP davası üzerinde Mahkeme dışı baskı ve zorlamalara değinmiştim. Buna karşılık, Başkan Kılıç’ın kameralar karşısındaki görünümü ve ifade tarzından, bir hafta boyunca yayılan söylentilere kadar, iç gerilimler de kayda değer.

Bu durum, AYM saygınlığına gölge düşürmenin ötesinde, ülkemizde Hukuk Devletinin oluşturulması yönündeki umutları da gölgeliyor

Yoruma kapalı.