“ Anadolu barışı için, önce dilde barış: TürKürt / KürTürk ”

- Devamı için tıklayınız -

“…Volkanların altında, karlı dağların önünde, büyük göllerin arasında, güzel kokulu, sessiz ve vahşi Şili ormanı…” Bu sözlerle başlıyor Neruda “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” kitabına. Anıları, P. Neruda’yı, Pasifik kıyısındaki Valparaiso ile Santiago arasında mekik dokuyuşuna götürüyor: “Tepelerinde, koskoca sütunları andıran, düşmanca yükselen ve güzel çiçekler açan kaktüslerin yetiştiği sivri dağlar ayırır bu iki kenti”.

Bilimsel toplantıların çoğunda olduğu gibi, Santiago seyahatimde de gezi kısmını ıskalamıştım. Buna karşılık, Güney Amerika’nın Batı yakasını Neruda’dan öğrenmek, beni coğrafyamızın Kuzeydoğu yakasına götürüyor. Cankurtaran, Hopa ile Borçka’yı ayıran dağın zirvesi. Geride ve aşağıda Karadeniz mavisi; ileride daha uzakta ve yukarıda, beyaz etekleri ile Kaçkar… Cankurtaran’a doğru yükselen dağların arasındaki derin vadinin ürkütücü görüntülerini, İçkale vadisi unutturuyor. Ard arda ve iç içe geçen dağ ve tepeleri saran yeşilin bin bir tonunu seyrederken, Çoruh’a kavuşan İçkale deresi, sizi adeta içine çekip kaybediyor.

Hopa-Borçka ulaşımında, 70’li yıllar bir çağın dönüşümü. Cankurtaran’a doğru onlarca kıvrımla tırmanan eski yol, doğa ile daha uzun süreli kucaklaşma olanağı tanıyordu. Yenisi ise, çıkışı ve inişi hızlandırdı.

Dönelim tekrar Dünya’ya… “Dayanışma hakları”nın (çevre, gelişme, barış ve insanlığın malvarlığına saygı hakkı) tanınması, BM bildirgelerinin yanı sıra, ulusal ölçekte de giderek artan bir eğilimi yansıtır.

Çevre çağı: 70’ler, Dünya’nın çevre çağına girdiği yıllar; BM’nin Çevre ve Gelişme Bildirgesi ile, 5 Haziran’ı Çevre Günü olarak kutlamamız da bundan. Çevrenin insan hakkı olarak ilk kez tanınması, sonraki 10 yıllık zaman dilimlerinde büyük kutlamaların da başlangıcı oldu. 1992 Dünya Rio Zirvesi, bunların en büyüğü. Gündemdeki 1997 Kyoto Protokolü, Rio’da imzaya açılan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ürünü..

Gelişme: Gelişme, büyümeye ve GSMH’yi artırmaya indirgenebilen bir kavram değil. Zengin içerikli: bireysel ve toplu olarak iktisadi, sosyal, kültürel, siyasal ve hukuksal açıdan ilerleme hakkı; kişiliğini serbestçe geliştirme hakkı; toplulukların kültürel kimliğine saygı hakkı. İnsan-çevre ilişkisini dengelemek de buna dahil: sürdürülebilir gelişme hakkı. Gelişme de -tıpkı çevre gibi- ülke sınırlarını aşan bir kavram. Nasıl ki ülke içerisinde büyük gelir dengesizlikleri insani gelişmeyi önlüyor ise, Dünya genelinde de kaynakların paylaşımında dengesizlikler, farklı devlet kategorileri yaratıyor.

Barış: Çevre ve gelişmeyi tamamlayan barış hakkı, birçok öğeden oluşuyor: güvenlik hakkı, savaşa muhalefet, silahsızlanma hakkı, öyle ki vicdani red hakkına kadar.

Tekrar Türkiye’ye dönünce; tüm bu haklar, sadece mekân olarak değil, tarih ve nüfus özellikleri ile birlikte düşünülmeli. Artvin- Edirne- Hakkari-Muğla arasında kalan coğrafya, bu mekanda yaşayan insanlar ve onların kültürel özellikleri ile anlamlı.

Alfabeden başlamalı: Gerçi Anadolu, etnik köken ve halk topluluğu olarak, ne Türklere ne de Kürtlere indirgenebilecek zenginlikte. Fakat bugünkü kavganın görünürdeki tarafları onlar. Birbirlerini “şiddet” ve “terörizm”le tanımlıyor. Biri “şiddet son bulsun” diyor, diğeri ise “bitsin bu terörizm”. Aslında sadece dört harf yeterli, iki halkı ifade etmeye: alfabetik sırayla, k-r-t-ü ve bunlardan üretilen TürKürt / KürTürk. Ne ki, çatışma daha ilk harfte başlıyor: “ke” mi, “ka” mı?

İçkale vadisinde 50 yıl önce alfabeyi öğrendiğim dönemde, ülke genelinde söyleyiş aynı idi: “ke”.

Bugüne gelince; “ke-ka” ayrışmasını kanıksayan Devlet, “w”yi resmen olmasa da, fiilen eklemeye karşı. Dicle Hukuk’un 25. yılı kutlamasında konuşan Diyarbakır Belediye Bşk. Baydemir’in, davetiyede “w” kullanmaktan dolayı soruşturan Savcıya söylediği gibi: “ama siz internet adresinde üç kez w kullanıyorsunuz”…

Tarih ve coğrafya bağını dil kurar. Anadolu barışı, “Artvin-Edirne-Hakkari-Muğla” hattında, coğrafya ve tarih birlikteliği ile kurulabilir ancak. Bunun ilk adımı, belki de “resmi” dili kullanımda birliği sağlamak. Farklı diller yok sayılırsa, bu başarılamaz. Alfabe çelişkisi, coğrafya ve adlara kadar uzanmıyor mu? Birçok üniversiteye dağ ve nehir adı veren Ankara, Tunceli için neden Munzur’u çok görür?

Bu bakımdan, “Barış Meclisi”nin 1 Haziran Kadıköy toplantısı anlamlı. Bu tür çıkışların slogan düzeyinde kalmaması için, bilgi alanı da genişletilmeli. B. Akçura’nın “Devletin Kürt Filmi” kitabı (Ayraç, 2008), aslında bir Türkiye filmi. Ardından, Başbakan “GAP Eylem Planı”nı açıkladı… Konu çok yönlü. Bu bakımdan, barış içinde yaşayan demokratik bir toplumu yaratmanın yolu, 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle, çok boyutlu düşünmekten geçiyor. Aksi halde, tek bir harfin telaffuzu, bir eylem planının önüne geçebilir. Anadolu barışı için çözüm, “anayasal yurttaşlık” temelinde, çevre ve gelişmeyi, tarihsel-kültürel-coğrafi boyutlarıyla düşünmek…

Yoruma kapalı.