“ Anayasa: AKP ve AYM tahterevallisi mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

1987-2008 arası dönemde 16 Anayasa değişikliği yapıldı. İlk 14 yılda 7, son 6 yılda ise 9 kez. Son üç yılda yapılanlar, değişiklik tarzı, uygulama ve geleceğe yönelik etkileri bakımından öncekilerden ayrılır. Öyle ki, 2007-2008 değişiklikleri, Anayasa’yı adeta bir tahterevalliye dönüştürdü: bir ucunda AKP, öteki ucunda AYM.

ÜÇ HATIRLATMA: 367/CB/TÜRBAN

Cumhurbaşkanı (CB) seçimi için öngörülen nitelikli çoğunluk oyu (367), yargı organına götürülmesi gereken bir anayasal sorun değildi. Fakat, TBMM Başkanı, Başbakan ve CHP Genel Başkanı arasında kurulan “inatlaşma üçgeni”, Anayasa Mahkemesi (AYM) müdahalesi ile sonuçlandı. TBMM ise, inatlaşmayı Anayasa değişikliğine dönüştürdü. Sonuçta düello, CB’nin TBMM yerine halk tarafından genel oyla seçilmesi yönünde bir operasyon ile sonuçlandı. Gerçi bunda, AYM, bir anayasal sorun görmedi.

Bu arada TBMM, CB’yi seçti; ancak kendi yetkisini geleceğe yönelik olarak halka devretme iradesini sürdürdü.

Çok geçmeden TBMM, bu kez, üniversitelere başörtüsü ile girmeyi, anayasal bir hak olarak tescil etmek istedi; ama sorun sadece anayasalaştırılmış oldu. Zira AYM, zorlamalar zincirini yansıtan, etki ve sonuçları türban sorununun çok ötesine geçen bir karar verdi.

İşte tahterevalli bu: bir ucunda AKP, ötekinde AYM. Öyle ki, AYM binmeyi kabul etmediği zaman, AKP kendi tarafını neredeyse çökertti.

DENGELEME ÇABASI…

Nasıl? CB seçimine ilişkin Anayasa değişikliği o denli öfke içerisinde ve ivecen bir yaklaşımla kotarıldı ki, onay aşaması tamamlanmadan ikinci bir müdahale yapıldı. Öfkeyle kalkmanın yarattığı bu sorunlar, şimdi üçüncü bir Anayasa değişikliği ile aşılmaya çalışılıyor. CB seçimi ne zaman olacak? TBMM tarafından seçilen kişi, bu kez halk tarafından seçilebilecek mi? Bu vb. sorunlar, yeni Anayasa değişikliği ile giderilmeye çalışılacak.

Kısacası, AKP, bir ucunu çökerttiği tahtanın havaya fırlamış kısmına da kendisi oturmak suretiyle, düzeneği onarmaya çalışıyor. Bunu kısmen başarsa da, üç beş yıl sonra Türkiye siyasal rejimini bekleyen riskler, tahterevalli oyunu ile göğüslenebilir gibi değil.

Şu halde, Anayasa’yı basit bir oyuncak olmaktan çıkarmak gerek.

EL YORDAMI, YENİDEN

Ama ne gezer! Zira oyun büyütülüyor. Nasıl mı? Dört AKP kurmayı, dört konuda Anayasa değişikliği üzerine mutabık kalmış. Gerçi bunları, seçim öncesinde Başbakan, ayaküstü açıklamalarla dillendirmişti.

Bunlar nelerdi, ne getirir ve ne götürür? Tartışmasına geçilemeden, dörtlü heyet, yeni bir dörtlüyü dillendirdi. Bu yazı yayımlanıncaya kadar, dörtlünün 3. halkası gelirse şaşırmamalı. İlk dörtlü: kamu denetçiliği, AYM’nin yapısı, siyasal partilerin kapatılması, Türkiye milletvekilliği.

İkinci dörtlü: pozitif ayrımcılık, insan onuru, kişisel verilerin korunması, yurt dışı seyahati.

Soru: Neden “sivil anayasa”(!) da yapılanın benzeri? AKP’nin Anayasa değişikliğine ilişkin genel bir yaklaşımı olmadığı için mi, yoksa “sızdırma yolu” ile kamuoyunun tepkisini öğrenmek için mi? Anlaşılır gibi değil. Ama ikisi de birleşince, elyordamı yöntemi, “berbat” nitelemesini hak etmiyor değil.

OY, OYUN, ONUR…

Yurttaşı, halkı veya ülke için “Türkiye” nitelemesine bile mesafeli siyasal zevat, “Türkiye milletvekilliği” deyimini yeniden dillerine doladı.

Yeniden, çünkü bu konu, 1995’te yasa yoluyla kotarılmaya çalışıldı, ama AYM, buna geçit vermedi. Tek meclisli yapıda, iki ayrı milletvekilliği kategorisi yaratmanın Anayasal sisteme yabancılığı bir yana, asıl sorun siyasal ve demokratik.

Neden? Çünkü, Türkiye milletvekilliği, yüzde 10’luk seçim barajını sürdürme kılıfı olarak düşünülüyor. Buna göre, 450 milletvekili, mevcut barajlı sisteme göre seçilecek; artı 100 ise, siyasal partiler arasında oy oranına göre paylaşılacak. Yani, temsilci sayısının yaklaşık dörtte biri için baraj kaydı kaldırılmış olacak. Bu durumda, yüzde 10’a yakın oy alan bir parti, 9 milletvekili ile TBMM’de temsil edilebilecek. Oysa, baraj kaydı tamamen kaldırılırsa, temsilci sayısı 40’ı aşabilecek. Bu durumda, hak ettiği halde kendisine verilmeyen milletvekillikleri, bunu hak etmeyen, yani halkın oyunu alamayan diğer partilere verilecek. Örneğin, yüzde 11 oranında oy alan parti 50-60 temsilciye sahip olabilecek. Yüzde 30 oy ise, bir başka partiye üç yüz sandalye kazandırabilecek. Böylece, genel ve eşit oy ilkesi ihlal edilmeye devam edilecek; üstelik, Anayasa md. 12’ye “insan onuru” güvencesi eklendikten sonra. Seçmen onuru zedelenmeyecek mi? Yoksa “anayasa kurmayları”, yurttaşı insan olarak görmemekte mi? Oy için, onurla oynanmamalı idi.

‘Kabine revizyonu’ mu, yeni bakanlar kurulu mu?

07 Mayıs 2009

Bir Mayıs 2009 günü emekçiler, Taksim Meydanı’na çıkmak için uğraş verirken, devletin tepesinde kapalı kapılar ardında yoğun bir çalışma vardı. İstanbul’da meydanlar boşalır boşalmaz, Ankara, bu kez TV ekranları yoluyla meydana çıktı. İşçi sınıfı, kolektif hakları uğruna yol alırken, Ankara’da kişisel ikili iktidar pekişiyordu. Gerçi, emekçilerin özgürlük mücadelesi, vali ve emniyet müdüründe somutlaşan hükümetin gücünü “makul” şekilde törpüledi; buna karşılık, Başbakan ve Cumhurbaşkanı (CB), hükümeti dağıttı ve yeniden kurdu, “révision” adı altında.

‘ABESLE İŞTİGAL EDEN GAZETECİ’

Başbakan yeni Bakanlar Kurulu’nu açıkladıktan sonra bir gazeteci, güvenoyuna başvurup vurmayacağını sordu. Başbakan ise, gazeteciyi, “abesle iştigal etmek”le tersledi. AKP için böyle bir sorunun bulunmadığını ekledi.

Başbakan’ın, hükümetle partiyi bütünleştirmesi bir yana, söylediği doğru: güvenoyu sorunu yoktu. AKP’li TBMM üyelerinin çok büyük kısmı, zaten “yeni hükümet”e güvenoyu verirdi.

Ama, acaba gazetecinin sorusu gereksiz mi? 8 bakanı -başkanlarının deyimiyle- “kapı dışına koyan”, 9 yeni bakanı atayan, 26 bakanlık üzerinden 15’ini yenileyen operasyon, yalnızca basit bir kabine revizyonu olarak nitelenebilir mi?

‘GÖREVLERİNE SON VERİL’EN BAKANLAR

Hükümeti yenilemenin adı kabine revizyonu olunca, görevden alınan bakanlar için de, “kabine dışında kalanlar” nitelemesi, – yanlış olsa da- tutmadı değil.

Yanlış; çünkü, kabine dışında, hükümet yenilenirse kalınır. Bu da istifa veya düşürülme sonucu olur.

Oysa, mevcut hükümette bakanların değiştirilmesi, Anayasa’ya göre, “Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca görevlerine son veril”mesi (m. 109) demek.

Görevden alınan 8 bakanın yerine devşirilen 9 yeni bakan ise, yine aynı maddeye göre, “Başbakanca seçilmiş ve Cumhurbaşkanınca atanmış”.

Yeni atananlar ve görevde kalanlar arasında 15 bakanın yer değiştirmesi ise, yine CB ve Başbakan’ın ortak iradesini yansıtıyor gibi; ne var ki, böyle bir işlemin anayasal dayanağı tartışma götürür.

YENİ BAKANLAR KURULU MU?

Bu nedenle, Bakanlar Kurulu başkanı ve Devlet Başkanının ortak iradesi, -anayasal ve anayasal olmayan unsurlarıyla- aslında Bakanlar Kurulu’nu yenileme işleminden başkası değil.

?u sorulabilir: Başbakan istifa edip, yeni 61. Hükümeti kursaydı, yine iki kişinin iradesi belirleyici olmayacak mıydı? Kuşkusuz öyle ama, bu kez TBMM “göreve başlama ve güvenoyu” (m. 110) mekanizmasıyla devreye girecek, hükümet programı Meclis’te okunup tartışılacaktı. Sonuçta yine güvenoyu alacaktı, ama halkın temsilcileri, bu vesileyle Bakanlar Kurulu’nu büyük ölçüde yenilemenin nedenleri ve yeni hükümetin hedefleri ışığında ülke sorunlarını gözden geçirme olanağı bulacaktı.

Zira, bilindiği gibi, tartışma ve güvenoyu, parlamenter rejimin niteliği; “müzakereci demokrasi” de, çağdaş yönetimin belirgin özelliğidir.

REJİM DEĞİŞİKLİĞİ Mİ?

1876’da Meclis’in ilk kez kuruluşundan 1961’e kadar anayasal ve siyasal gelişmeler, parlamenter rejimi aşamalı bir biçimde kurdu. 1971’de başlayıp 1982 Anayasası ile gelen, Yürütme’yi güçlendirme yönündeki ters dalga, siyasal rejimin niteliğine ilişkin tartışmayı da alevlendirmişti. Bir görüşe göre, Yürütmenin öne çıkan konumuna rağmen, parlamenter rejim korunmuştu. İkinci görüş ise, 1982 yapılanmasını başkancı bir otoriter rejime benzetiyordu.

Yeni düzeni nitelemek için, Evren döneminin geride kalmasını beklemek ve uygulamayı izlemek gerekliydi. Gerçi, otoriter rol daha çok CB Evren’e atfedildi ise de, yarı-başkanlık vurgusu CB Özal’a ait.

Nitekim, CB’nin halk tarafından seçilmesini sağlayacak 2007 değişikliğini, “sivil” söylemi eksik etmeyen muhafazakâr cenah kotardı. Bu kez, yeni rejimi nitelemek için, 2012 (veya en geç 2014) sonrası dönemi beklerken, 1 Mayıs 2009 “kabine revizyonu” önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Revizyon adı ile Bakanlar Kurulu’nun yenilenmesi, yarı-başkanlık eğilimini yansıtsa da, 1982’nin bile sınırlarını aştı.

Bu müdahale, öne alınmış bir süreci çağrıştırmıyor değil. Halkoyu ile seçileceği için CB’nin anayasal konumu daha güçlenecek. Bu durumda, aynı siyasal kanatta yer alan bir başbakanla dayanışması, otoriter eğilimi; farklı kanatlarda olması (cohabitation) ise, çatışmaları kamçılayabilecek.

Özetle, 61’in tepe noktasını oluşturduğu çan eğrisinde 1876’ya doğru iniş, tehlikeli belirsizliklere gebe. Bu nedenle parlamenter rejime geri dönüş, anayasal ve siyasal evrim sürecini ilerletme anlamını da taşıyabilir.

Yoruma kapalı.