“ Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu etkili olabilir mi? (I) ”

- Devamı için tıklayınız -

Bireylere tanınan Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) doğrudan giriş olanağı, 2010 değişikliği ile haklar düzleminde getirilen başlıca yenilik. İptal davası ve itiraz yoluna göre daha az uygulanan bu üçüncü yol, Almanya’dan Macaristan’a, AYM modelini tanıyan -eski ve yeni- birçok Avrupa Anayasasında mevcut.

Bizde de bu hak için, 15-20 yıldır somut öneriler yapılmakta idi. Nihayet, 2010’da anayasal düzenleme yapıldı : “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” (m. 148/3).

“Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı” (11.01.’11), konuyu yeniden gündeme getirdi. Bireysel başvuru olanağı, Anayasa değişikliği kampanyasında daha çok propaganda aracı olarak kullanıldı. Tartışmaların odağında yer alan AYM’yi yeniden yapılandırma sorunu, adı geçen usûle ilişkin yeniliği gölgede bıraktı. Tasarı vesilesiyle, “başvuru yolu”, tartışmaların merkezine kaydı. Buna üç öğe daha eklendi: AYM mensuplarına tanınacak malî ayrıcalıklar, Başkanın yetkileri ve AYM’nin diğer yüksek mahkemeler karşısında üstün konumu.

Oysa, konu daha bütünsel olarak ele alınmalı; çünkü, adı geçen Tasarı, AYM’nin görev ve yetkilerine ilişkin bir usûl yasası. Tasarı, anayasal uyuşmazlıkları bir bütün olarak düzenliyor, adeta bir Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) gibi.

Fakat, şu tür farklar var: bir yandan, Tasarı, Anayasa yenilenmiş anlayışıyla hazırlanmış olduğu izlenimini uyandırıyor. Buna karşılık, (birinci) 12 Eylül’ün Anayasa yargısı üzerine getirdiği bütün yasakları -bazılarını vurgulayıp pekiştirerek- tescil ediyor. Öte yandan, yürürlükteki yasaya göre, daha kapsayıcı olma iddiasına karşın, bir “anayasal usul yasası” olma özelliğinden yoksun. Mesela, siyasal partilerin kapatılmasında yine CMK esas alınacak.

Bu öngözlemler ışığında, acaba “bireysel başvuru”nun yasa ile düzenlenmesi ne ifade eder?

Yasa, şu bakımdan önemli: Bireysel başvuru yolu, Anayasa’da genel ve çerçeve bir yazım tarzıyla düzenlendi. AYM kararının niteliği bile belirtilmiş değil. Bu nedenle, Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla yasal somutlaştırma, bu yolun uygulamada ne ölçüde işlevsel olabileceğinin ipuçlarını sunabilir. Başka bir anlatımla, yasal düzenleme, bireysel başvurudan beklenen amaca ulaşmada etkili olabilir; ancak bunun göreceli özelliğini unutmamak gerekir. Şu nedenle:

2010 Anayasa değişikliklerinin ana sorunsalını hatırlayalım. Bireysel başvuru, AYM’yi yeniden yapılandırma sürecinde düşünülebilirdi. Bu ise, Anayasal bütünlükte anlam taşıyabilirdi. Ne var ki, AYM’nin yapısı, bu anayasal özellik gözardı edilerek değiştirildi. Üstelik, bu süreçte usûle ilişkin yeni bir yol açıldı; ancak, yargı bütününde geçerli diğer usûlî yollar iyileştirilmeksizin.

Bu yolu tanıyan ilk (Almanya) ve ikinci (İspanya) kuşak Avrupa modellerinde, anayasal fren ve denge mekanizmaları yanısıra, etkililik arayışının yargı sistemi bütününde tasarlandığı bilinmekte. Yeni kuşak içerisinde Macaristan örneği ise, AYM etkililiğini en uç noktalara götürmekte.

Bize gelince, AYM, yargı organları bütünü, yargı erki ise, anayasal ve siyasal sistem bütünü içerisinde gözönüne alınmadığından, 2010 değişikliği daha başta sorunlu idi. Hatta, bütüncü bakış açısı bir yana, anayasal yargıya özgü asgarî ölçütlere bile uyulmadı. AYM’nin işlevini yerine getirebilmesi, büyük ölçüde üyelerinin niteliklerine bağlı: hangi organ, nasıl ve ne gibi özelliklere sahip adaylar arasından atama yapacak? 1982 Anayasası’nı çağdaşlarından uzaklaştıran bu öğeler, 2010’da yeniden teste tabi tutulunca, niteliksel bir değişme olmadığı teyit edildi. Oysa, AYM’ye daha nitelikli üye atama kaygısı, yetki alanındaki genişleme ile doğru orantılı olmalı idi.

Başvuru konusu haklar açısından, şimdiden dillendirilen, kamu hizmetlerinde başörtüsü serbestliği için bir olanağın doğmuş olduğu. Buna karşılık, içki kısıtlaması, dizi filmlerin yasaklaması veya heykel yıktırma gibi farklı özgürlük alanlarının da bireysel başvuruya konu edilebileceği üzerinde durulmuyor. Hatta, sabahın köründe yükselticiyle ezan okuma da, kamusal dinginliği bozduğu ve özel yaşama saygı hakkını ihlâl ettiği gerekçesiyle bireysel başvuru konusu yapılabilir.

Bu varsayımlarda temel sorun şu: Anayasa yargıçları, değinilen özgürlük sorunlarını, insan haklarının evrensel ilkeleri ve Avrupa yargıçlarınca kullanılan ölçütler ışığında mı, yoksa kendilerini o yüce makama atayan siyasal zevatın beklentileri doğrultusunda mı karar verecek? Bu ve benzeri sorular, gelecek yazıda, “Tasarı bütünü” bağlamında ele alınacak.

Yoruma kapalı.