“ Anayasa savaşları’na devam... ”

- Devamı için tıklayınız -

Cumhurbaşkanı (CB) seçiminde 184 mü, 367 mi gerekli? CB’yi şimdiye kadar olduğu gibi TBMM mi seçsin, yoksa halk mı? Ayrı oy pusulasıyla seçime giren bağımsız adaylar, “birleşik oy pusulası”nda mı yer alsın? Tüm bu soruların çözümü: Anayasa değişikliği.

Yasama seçimlerinden sonra da olsa, CB TBMM tarafından seçildi. Ama Anayasa değişikliğine devam edildi; hatta bu süreçte, değişiklik içinde değişiklik yapıldı ve halka, gelecekte CB’yi doğrudan seçmek isteyip istemediği gibi garip bir soru yöneltildi. Anayasa Mahkemesi (AYM), önüne getirilen anayasal sorunlardan birine “evet”, ötekine “hayır” diyerek, bir bakıma AKP ile “berabere kaldı”. Anayasal gerilim belli ölçüde azalmış; ama, 22 Temmuz seçimlerinin ardından parlayan “sivil anayasa” ateşi, 2007 tükenmeden sönmeye başlamıştı… Her şeye karşın bu deneyimler, 2008’in “anayasal barış” yılı olma umudunu yeşertemez miydi?

Tam tersine, 2007 deneyimi, savaşı derinleştirme yönünde kullanıldı: Şubatta yapılan 2 md.lik Anayasa değişikliği oylaması, ülkenin siyasal ve anayasal geleceğini belirsizliğe sürükledi. AYM önündeki m. 42 değişikliği için, “kesinlikle iptal edilmelidir/reddedilmelidir” şeklindeki atışmanın ateşi düşmeden, “Mart kapıdan baktırdı…”: bu kez AYM kapısını Yargıtay Başsavcısı, AKP’nin kapatılması için çaldı.

“Demokrasilerde parti kapatılamaz” klişesi, dillere pelesenk edilirken, bu rejimin tartışmacı özelliği bir yana itildi. Açılması temenni edilmese de dava, “demokratik tartışma”ya vesile olabilirdi. Ama ne gezer! Kavgayı derinleştirdi… Öyle ki, AKP’ye açılan dava -DTP davası bir yana- “türban davası”nı da unutturdu.

Ne var ki, AYM Raportörünün red yönünde öneride bulunduğu haberi, konuyu yeniden alevlendirmeye yetti. Ve başa dönülmüş oldu. Red, çünkü Anayasa değişikliğinde aykırılık yok; aykırılık olsa da, AYM, Anayasa değişikliğini esas bakımından denetlemeye yetkili değil.

Hatırlayalım: ne m. 10, ne de 42, doğrudan başörtüsü ile ilişkili. İlişkiyi, madde gerekçesi kuruyor. Aslında yapılmak istenen şuydu: AYM’nin üniversitelerde türban üzerine verdiği “yorumlu red”(9.4.91) kararını yasa yoluyla aşmak.

Gerçi m. 10’a eklenen, “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi, hizmet alanları, -serbestlikten yararlanma yönünden- verenlerden ayırıyordu. Bu ayrımın m. 42’ye yansıtılması beklenirdi, iki m. arasında tutarlılık gereği. Aykırılıklara bakalım:

»Söz konusu tutarsızlık bir yana, eklenen 6. fıkra, ilk fıkraya bile aykırı: “Kimse, eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz.” (f. 1). Ekleme: “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez”. (f. 6). Bunun anlamı, yasa ile öğrenim hakkından yoksun kılmak mümkün. 1. fıkra yasağı, 6. fıkra ile aşılabilir mi?

»Sonra, bu yasal olanak, m.13’e de açıkça aykırı: m.13, hak ve özgürlükten yoksunluk öngörmediği gibi, sınırlamada bile “anayasal nedene bağlılık” ilkesini emrediyor.

»Nihayet, değişiklik, Any. m. 2’deki “insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” (m. 14, 2001 değ.) kaydı altında yorumlanırsa, değişmezlik kalkanına bile çarpar.

Aykırılıklar, çelişkiler yumağı ile birlikte değerlendirilmeli:

»M. 10 ile bağlantılı olan: Anayasa konusu olmayan bir soruna, madem ki bu düzeyde çözüm arandı; neden 10. m. ile tutarlı olmak adına “hizmet verenler” yönünden bir kayıt konmadı m. 42’ye?

»Anayasa/yasa ilişkisi bakımından ortaya çıkan sorun ise, m. 42’ye eklenen fıkranın, yasaya normlar hiyerarşisinde üstün bir yer verilmesi sonucu, anayasal hükmün doğrudan uygulanmasının önüne geçilmiş olması. Oysa anayasa, özgürlükler alanında doğrudan uygulanır. Gerçi böyle bir düzenlemenin hedefi, AYM’nin türban konusunda vermiş olduğu “yorumlu red kararı”nı aşmaktı. Ne var ki, Anayasa’ya aykırı düzenleme, ilkin yapanların ayaklarına dolandı.

»Bir başka çelişki de, madde ve gerekçe metinleri ayrışması… Bunu da geçelim.

AYM ne yapabilir? Bir yanda, m. 148’in belirlediği sınırlı denetim alanı; öte yanda, Anayasa’ya açık aykırılık… Bu iki sorunsal arasında çözüm üretmeli: M. 4’ü kullanarak “şekil denetimiyle esasa girmek”, AYM’yi yetki açısından zorlar. Ancak, farklı karar tekniği kullanıp, yetkisizlik nedeniyle denetim yapamadığı halde, açıkça Anayasaya aykırı öğeler üzerine saptamalar yaparsa, bu hükümeti zorlar. Yani AYM, m. 42’yi yorum yoluyla aklasa da; bu AKP’yi “ak”lamaz.

Kısaca, “anayasa savaşları”, yaza doğru daha da ısınacağa benziyor. Peki, iddia neydi? “yeni anayasa”, hem de “sivil”. Bunda, uzmanlık diplomalarını siyasetin hizmetine, -onları ve ülkeyi uçuruma sürükleme pahasına- sunanların payı yok mu?

Yoruma kapalı.