ANAYASA VE HAYSİYET KISKACINDAKİ SİYASAL AHLAK

ANAYASA VE HAYSİYET KISKACINDAKİ SİYASAL AHLAK

24 Haziran 2018 seçimleri ardından “Anayasa andı” ile başladığım TBMM üyeliğimde sıkça anayasa, siyaset ve bilim farklılaştırmasına tanık oldum. Çoğu zaman, “hocam, bilim ayrı, siyaset ayrı” veya “şimdi anayasa değil, siyaset zamanı” vb. tanım ve uyarılar, şu şekilde de anlaşılabilir: “sen bilim insanısın; biz siyasetçiyiz, anayasa bilgilerini kendine sakla” vb.

“Sözü yine Anayasa’ya getirdi; Kaboğlu’ya kalsa yasa çıkaramayız” vb. tepki ve beyanlar, aslında “anayasa andı” içen siyasetçilerin, Anayasa’ya uygun söylem ve işlem yerine, siyaset ile anayasa arasında mesafe koymaları demek.

 

ANAYASA ANDI

Oysa and, seçilmişin göreve başlama koşulu: “Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim“. And metni, korumak, bağlı kalmak ve ayrılmamak biçiminde  üçlü yükümlülüğü kapsamına aldığından Anayasa, sadece maddelerle sınırlı değil, anayasal kazanımlar olarak da anlaşılmalı.

Haliyle, bir vekilin yasama faaliyetindeki söylem, işlem ve eylemleri için belirleyici ölçüt, Anayasa’ya sadakat.

Siyaset ise, sorunlara çözüm yollarının anayasa içi farklı tercihler şeklinde ayrışmaları ifade eder. Çok partili siyasal yaşam, farklı siyasal akımların Anayasa güvencesi altında oluşumu anlamına gelir.

Kuşkusuz, anayasa-siyaset ilişkisi her zaman açık şekilde ortaya çıkmaz. Bu konuda şu ikili ayrım yapılabilir:

-Anayasanın sözüne ve özüne uygunluk,

-Anayasa değişikliği önerisi.

 

ANAYASANIN SÖZÜ VE ÖZÜ

And, maddelerde açıkça yazılı olan gerekliliklere değil, Anayasa’nın özüne de saygıyı kapsar; bu da, yorum faaliyetini gerekli kılabilir. Tarihsel, sistematik ve amaçsal yorum yoluyla görüşülmekte olan yasa önerisi, Anayasaya uygunluk testinden geçirilir.

Bu yöndeki gereklilikleri, kimi zaman İçtüzük somutlaştırır: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler“.

Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, öncelikle anayasal kurum, makam ve temsilcileri olmak üzere, herkes için geçerlidir. Buna karşılık, kamu makamları için tikel yükümlülük ve sorumluluklar, genel olabileceği gibi belli makam sahibi olan kişilere yönelik de olabilir.

Örneğin, “kanunsuz emir” (m.137) muhatabı,  “Kamu hizmetinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse” olduğu halde, Diyanet  İşleri Başkanı (DİB), kendisi için öngörülen tikel yükümlülükleri de yerine getirmek zorunda: “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” (m.136).

Bu yazılış tarzının başlıca amacı, dini siyasete alet etme yasağı şeklinde laiklik tanımını da içeren “din ve vicdan hürriyeti”ni bütün yurttaşlar için ve “laik Devleti”  güvence altına almaktır.

DİB, şu halde genel ve tikel olmak üzere çifte yükümlülük altında olup, bir yetkiyi ancak Anayasa veya yasa açıkça tanımış ise kullanabilir. Örneğin, kılıçla namaz kıldırma yasaca öngörülmedikçe suç oluşturur.

 

ANAYASA YOLUYLA SİYASET

Yürürlükteki Anayasaya saygı, hukuki yükümlülük olduğu kadar bir haysiyet (şeref ve namus) sorunudur. Buna karşın, demokratik hukuk devletinde anayasa değişikliği yolu hep açık olup, siyaset anayasa yoluyla yapıldığı sürece meşru ve hukukidir. Anayasa hükümlerine karşı olan siyasal parti ve aktörler, yeni  anayasal yol ve yöntemler önerebilir; ancak bir kez değiştirdikten sonra, yeni siyaseti de anayasal çerçevede icra eder.

Bu nedenle, hukuk yoluyla demokrasi veya hukuk yoluyla siyaset gibi, “anayasa yoluyla siyaset” gereği vurgulanmalı. Zira, siyasal ahlak ve etik, anayasaya asgari saygı olmadan yeşertilemez.

İbrahim Ö. Kaboğlu (BirGün, 6 Ağustos 2020).

Yoruma kapalı.