“ Anayasa yalanları... ”

- Devamı için tıklayınız -

“Acaba, 12 Eylül referandumu üzerine köşeli fikirler öne süren gazeteciler, Anayasa değişikliği metnini ne kadar okuyor?”, ya da “hiç okumuyorlar mı?” Bunu, günlük gazeteleri gözden geçirdikten sonra, kendi kendime sormadan edemedim; geçen Pazar gece yarısını biraz geçiyordu. Günü noktalamadan, biraz da TV’ye bakmak istedim. “Derin Mevzu” programında, dört gazeteci tartışıyor…

“Nesi var paketin? Kamu görevlisine sendika, toplusözleşmesi ve grev hakkı tanınıyor…” diyor biri. Paketi öve öve bitiremiyor ve ekliyor: “özgürlükçü geçinenlerin itiraz edebilecekleri bir tek nokta yok”. Vahim bilgi yanlışını düzeltmek bir yana, diğerleri aynı minval üzere, bir yandan, Anayasa değişikliklerini kayıtsız koşulsuz övüyor; öte yandan, bu metne karşı çıkanlara yeni sıfatlar bulmak için yarşıyorlardı. Mesela diğeri, “kuvvet erkleri arasındaki hiyerarşi kalkacak”, sözleriyle yeni bir kurama (!) imza atıyordu. Üçüncüsü, karşı kampanya için, “zırva” nitelemesi yapacaktı. Adeta birbirini pekiştiren cümle ve “özdeyiş”lerle düşman çatlatacak bir “dayanışma örneği” sergiliyorlardı: “Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği sistem daha çoğulcu idi…”, “Anayasa Mahkemesi politik bir kuruluştur”, “Yargı bağımsızlığı yürütmenin çizdiği sınırlar içindeki bağımsızlıktır”, “İnsanlar çok fazla bilmiyorlar”, “imtiyazını korumak isteyen adamlar evetçi”…

Sadece 30-35 dakika dayanabildim, yapılan “derin” analizlere! Demek ki, TMSF’nin elkoyduğu bir TV kanalı(Cine 5), TRT’yi aratmayabiliyordu…

İki ay kadar oluyor, yine bir TV’de birkaç kişi huzurunda, bu kez üniversiteden biri, şöyle diyordu: “Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliğini denetleyemez; çünkü, değişiklik referanduma sunuldu; referandum ise, 1982 Anayasası’nda yoktu, 1987 değişikliği ile öngörüldü…” . Oysa, söylediği doğru değildi. Çünkü, halkoyu, 1982 Anayasası’nca tanınmış; 1987 değişiklikleriyle karmaşık hale getirilmişti. Daha tuhaf olanı, aynı programdaki politikacı veya uzmanlar, bu önemli bilgi yanlışını düzeltememişti…

Aslında, çatışmacı ve gergin ortama rağmen, anayasa tartışmalarının yaygınlaşması yararlı, özellikle anayasanın sosyalleşmesi bakımından. Bu nedenle, uzmanlarının ve hukukçuların tekelinden çıkıp, çok farklı meslek grupları ve toplumsal kesimlerce tartışılması, son derece sağlıklı bir süreç. Ne var ki, “yalanlar”, bu süreci zehirliyor. Neden yalan? Acaba bilgisizlikten mi, yoksa çarpıtmaktan mı? Birincisi geçerli ise, şu sorulabilir: TV programlarına “toplumu bilgilendirme”! adına yoğun mesai harcayan zevat, mütevazı bir zaman dilimini, 3-5 sayfalık değişiklik paketini okumaya ayıramaz mı? Ya da bilenlerden öğrenemez mi? Okumuş da, çarpıtıyorsa, bu daha vahim. Çünkü, üşengeçlik veya yanılma bir noktaya kadar hoşgörülebilir; ama ahlâksızlık, asla! Yukarıda sadece iki örnekle yetinildi…

Tanık olduğumuz manzara, halkoylaması yolunda tartışma tarzı ve yöntem konusunda fikir yürütmeyi, adeta anlamsız kılıyor. Çünkü, bu işe her ne pahasına olursa olsun angaje olmuş kişiler, metni bile okumuyor. Oysa, “evet” veya “hayır” kanaati için, sadece oya sunulan metni okumak yeterli değil. Değişiklik yapılan metnin hazırlandığı dönemi göz önüne alarak, yeni metinle öncekini, hatta ilk metinde daha sonra yapılan değişikliklerle karşılaştırmak gerekiyor. Başka bir deyişle, böylesine ciddi bir konuda kesin kanaate ulaşmak için, anayasal yorum şart. Ancak böyle bir gereklilikten uzaklaşıyoruz hızla 12 Eylüle yaklaştıkça. En azından, şimdilik görünen bu….

Toptan izin için dilekçe: Köşe yazarlarının pek sevdiği bir tarz: “yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan…”. Gerçi, haftada bir gün yazan biri, sürekli izinde sayılır. Ama yine de, “seyahat nedeniyle”, “iş yoğunluğundan” veya “yazı teknik nedenle ulaşmadığından” gibi açıklamalar da istisnai değil. 10 Nisan 2006 gününden bu yana, yukarıdaki kayıtların hiçbirini kullanmadım. Ders, konferans, seyahat veya yoğunluk, BirGün’de “haftalık” düzeni bozamadı. En zorlandığım zaman da, yurtdışından yazdığım sıralarda oldu. Ders saatleri arasındaki zaman dilimlerini bile değerlendirdiğim oldu. Dizüstü kullanmayan biri, sıkıysa Avrupaî klavye ile yetinsin! Çoğu zaman sevgili kürsü arkadaşım Yrd. Doç. Dr. Abdullah Sezer imdadıma yetişti, sıkıştığım her vesilede benzeri özveriyi gösterdiği gibi. Zaman zaman mutfaktan İlker Yaşar’ın her zamanki hoşgörülü yaklaşımı, durumu kurtardı. Bunca koşuşturma içinde olan biri için kesintisiz 228 yazı, izleyecek 4’ü için “toptan izin dilekçesi”ni haklı kılmaz mı? eylül başında yeniden görüşmek üzere sevgili okuyucular…

Yoruma kapalı.