ANAYASAYI ARAÇSALLAŞTIRMA USTALIĞI…

ANAYASAYI ARAÇSALLAŞTIRMA USTALIĞI…

Gündem, Başbakan’ın ABD gezisinden çok, orada sarfettiği sözlere kaydı: 2014’te üç sandık, yerel ve Cumhurbaşkanı (CB) seçimlerinden sonra, bir de Anayasa sandığı kurulacak.

Anayasal sürecin başlıca belirleyicisi olma iradesini sürekli dışa vuran ve bugüne kadar, Anayasa Uzlaşma Komisyonu (AUK) ve TBMM Başkanı’na süre baskısı yapan Başbakan, şimdi AUK çalışmasını anlamsız kılmaya yönelik yeni bir hamle yaptı. Bununla, Anayasa değişikliğini, sürecin tıkanması olasılığında partisiyle kotarmak suretiyle halkoylamasına götürmeyi amaçlıyor.

Bunun için, yerel seçimler ve CB seçimleri itici güç olacak; Anayasa değişikliği için daha fazla oy istenecek. Bu sağlanırsa, ikinci sandıktan sonra, bu güç Anayasa değişikliğinde kullanılacak. Eğer buna da ulaşılırsa, başkanlık veya partili başkanlık için Anayasa değişikliği kotarılacak. Akabinde, 2015 seçimleri için, bu kez “yeni Anayasa” için daha çok oy istenecek… Böylece, 2007/2011 seçimlerinde olduğu gibi, 2015’te de, Anayasa vaadi/hedefi, oy yükseltme kaldıracı olarak kullanılmaya devam edilecek…

Açığa çıkan iki çelişki

Bu çıkış, öncelikle iki tezi çürütmüş oluyor:

– Süre baskısı: “Yeter artık 1982 Anayasası’ndan kurtulalım bir an önce” görüşü ve bu gerekçeyle, AUK üzerinde “Damokles kılıcı” sallandırmada samimiyet olmayışı…

– Başkanlık rejimi: “Bir an önce başkanlık rejimine geçiş şart kurtuluş için; bu takdirde Türkiye sıçrama yapar” şeklinde sürekli dillendirilen görüş balonlaştı… Ama, dünden yarına “araziye uyum” başarımını eksik etmeyen unvanlı uzmanları, pişkinlikle, halka, “parlamenter rejimin neden iflas ettiği”ni anlatmaya devam edecekler.

Neden bu U dönüşü?

Kafa karışıklığı mı, yoksa “ince ve uzun bir hesap” ürünü mü?

Rejim değişikliği için öne sürülen teknik gerekçe: 2014’te halkın seçeceği CB ile Hükümet arasındaki olası bir çatışma.

Şimdi, 2014’e götüren yolu hatırlayalım: 2007 Anayasa değişikliği, görünürde, CB seçim krizini aşmak amacıyla yapıldı. Buna karşılık, TBMM, CB’yi seçtiği ve toplantı yeter sayısı düşürülerek tartışması netleştirildiği halde, CB’nin halkça seçilmesi kuralında ısrar edildi. İş, o denli eğreti ve beceriksizce kotarıldı ki, 11. CB’nin görev süresini belirtme gereği bile duyulmadı. (AYM ise, verdiği kararla, CB’nin görev süresinin 7 yıl olduğunu belirtmekle yetinmedi; 11. CB’nin 12. seçimlere de girebileceğine hükmetti…).

Soru: 367 krizinden, AYM’nin süreye ilişkin kararına kadar, hepsi birer rastlantı olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, herhalde şimdi Anayasa değişiklikleriyle yeni hamleler yerine, ilk haline dönülerek makulde buluşulabilirdi.

Ne değişti de, Temmuz sonuna kadar yazımının bitmesi için ısrar edilen Anayasa, 2014 seçimleri sonrasına ertelendi? Üstelik, AUK çalışmasının ivme kazandığı bir sırada. İlk akla gelen, itibarsızlaştırmak suretiyle dağılması için AUK üzerinde baskı yaratmak. Böylece, anayasal hedefi, iktidarın ömrünü uzatmak için alabildiğince gündemde tutmak.

Fren bile Anayasa dışı

Ama şu da var: AKP, çoğunluğunun ve gücünün sınırlarının farkına varmaya başladı. Bu nedenle, adımını ihtiyatla atacak… Fakat, daha önemlisi: bunu, birilerinin telkin etmiş olma olasılığı.

Başbakan’ın açıklamasına göre, kendisi ABD yetkilileri ile görüşürken, yardımcısı ise, partisi üzerindeki “etkili kişi” Cemaat lideriyle görüşüyormuş.

Görünen, bunun “U dönüşü” üzerindeki etkisi. Böylece, anayasal fren ve denge mekanizması işlevi, bir kısır döngü gibi görünse ve demokrasiye yabancı olsa da, sıkça dillendirilen Cemaat yoluyla ifa edilmiş ve bu da açıkça “ifşa” edilmiş oluyor.

Son Anayasa atağı, ne ölçüde başarılı olabilir? Şimdilik görünen, bu şekilde yönü değiştirilen Anayasa tartışması, en azından Reyhanlı gündemini 2. plana kaydırmaya yetti de, arttı bile…

Demokratikleşmeye direnen çoğunluk

Anayasayı araçsallaştırma konusunda iyice ustalaşan iktidar, demokratikleşmeyi geciktirme üzerine de tam bir kararlılık gösteriyor: siyasal partiler ve seçim kanunlarını ele almak bir yana, tersini yapmayı göze alabiliyor: “koruma polisi” projesi, bunun tipik örneği. 2002 başından uygulamaya konmaya başlanan uyum yasalarının getirdiği güvencelerin bir kısmı, PVSK’da yapılan 2007 değişiklikleriyle geri alındı. Şimdi, yeni bir emniyet kemeri oluşturularak, kolluk gücü daha etkili kılınmak isteniyor. Amaç ne? Üniversiteleri muhalif fikri akım ve hareketlerden temizlemekten başka ne olabilir?

Özetle; “özgürlük tekniği” olarak tanımlanan Anayasa, iktidarı sınırlamaya yönelik kural ve kurumlar geliştirir. Bizde ise, tam tersine, Anayasa’nın özgürlükleri denetim altında tutmak için bir “iktidar aracı” olarak uygulanmasına ivme kazandırılıyor.

Yoruma kapalı.