Avrupa kamu düzeni

Avrupa kamu düzeni

Bireysel başvuru hakkı, egemen devlet anlayışında bir devrim olarak nitelenir. Çünkü bununla kişi, hakkını aramak için iç hukuk yollarını tükettikten sonra, mağduriyetinin giderilmesi yolunda bir sonuç alamadığı durumda, devleti, İHAM’a şikâyet etmekte. Hak arama özgürlüğünün kullanılması, bu şekilde ulusal-ötesi bir alana geçmekte.

“Gerçekten demokratik siyasal rejim” ve “hukukun üstünlüğü”, İHAS’ın güvencelediği haklara saygı için gerekli “siyasal ve hukuki” çerçevedir. İnsan haklarının Avrupa ölçeğinde saygı görmesi, Avrupa kamu düzeni (AKD) ile özdeştir. AKD, insan hakları Avrupasıdır. İHAM kendini, bu düzenin bekçisi olarak görür. Bu nedenle, AKD’nin sağlanması, taraf devletlerin, insan haklarını ihlal etmemeleri ölçüsünde mümkün.

Örneğin, Anayasa’daki, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” tanımı yerine, “Devlete yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır.” tanımı önerildi. Bu öneri sahibi, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gerekçesiyle TCK 216 gereğince yaptırıma tabi tutuldu. Avrupa Mahkemesi (İHAM), yasa ile öngörülen bu müdahalenin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını, yani “kamu güvenliği açısından açık ve yakın birtehlike”nin ortaya çıkıp çıkmadığını; ortaya çıkmış olsa da, uygulanan yaptırımın ulaşılmak istenen amaçla (olayda “kamu güvenliği”) orantılı olup olmadığını değerlendirir. Bu koşullardan biri veya birkaçının mevcut olmadığını saptaması halinde, Türkiye’nin, ifade özgürlüğünü (İHAS, m.10) ihlal ettiği sonucuna ulaşır. TCK m.2i6’yı da ifade özgürlüğü ölçütüne göre değerlendirir. Türkiye, ilgilinin mağduriyetini giderim amacıyla gerekli tikel önlemi aldıktan başka, m.2i6’yı yeniden düzenleme yükümlülüğü altına girebilir.

Böylece, “kamu düzeni”ni ihlal ettiği gerekçesiyle bireyi cezalandıran devlet, bunu İHAM önünde kanıtlayamaz ise, bu kez kendisi, kamu düzenini Avrupa ölçeğinde ihlal etmiş oluyor.

1 Ocak 2006 itibariyle İHAM’da bekleyen dava sayısı 81 bin, “bunlardan 13 bin 950’si-nin Rusya, 10 bin 500’ünün Türkiye aleyhine açılan davalar” (R.Türmen,Milliyet,3i.ıo.o6). 2006’da açılan davalar bakımından da, Türkiye 46 taraf devletin ilk altısı arasında. Burada dikkat çeken nokta, İHAS’ı onaylayan eski devlet olarak Türkiye’nin, sisteme son on yıl içerisinde dahil olan ve demokratik deneyimin henüz başında bulunan , Rusya ve Ukrayna gibi devletler eksenine kaymış olmasıdır.

Türkiye, AKD’ni neden bu kadar çok ihlal ediyor? Geçen hafta aktardığım, “Avrupa’da İHAS’ı kabul testi”nde, özellikle üç neden üzerinde duruldu: yapısal, mevzuata ilişkin ve zihniyet sorunu. Bizde hangisi baskın? Her üçü de var, denebilir.

İç başvuru ve hak arama yollarının etkili kılınması yönünde yapısal düzeltim ve düzenlemeler, gündeme alınmıyor. Mevzuatı iyileştirme süreci işletilemiyor. Eski TCK’daki düzenlemeye göre, düşünce özgürlüğünü daha boğucu bir madde olan 301’in kaldırılması bir yana, yeniden yazımı için bile, Brüksel’in baskısını yoğunlaştırması bekleniyor. Böylece zihniyet etmeni, belirleyici özelliğini sürdürüyor. Bu da uygulamaya yansıyor. Hatta, zihniyet- uygulama sarmalı o denli güçlü ki, insan haklarını kollayıcı mevcut düzenlemeleri örtbas edebiliyor. Uygulanmayan ve ihmal edilen birçok Anayasa maddesi bile var…

Türkiye’nin’Avrupa ortak değeri” içerisinde bulunduğunu hararetle savunsak da, Yürütme-Yargı ve Yasama ekseninde yer alan muhatapları, değerler düzleminin ötesinde, AKD’ni ihlalin mali bedelini bile umursar görünmüyor. Zira, “bugüne kadar ödenenlerin, bundan sonra ödenecek tazminatların yanında lafı bile olmayacak gibi.” (B.Dedeoğlu,” Vergilerimiz AİHM’ye!”, Zaman,28.ıo.o6). Acaba uyuyan anayasa hükümlerini “uyandırarak”, yani sorumlulara rücu yoluyla vergilerimizin en azından bir kısmını kurtaramaz mıyız?…

Yoruma kapalı.