Avrupa ortak değeri

Avrupa ortak değeri

Hukukî kabul (iktibas), Tanzimat dönemi nedeniyle içselleştirdiğimiz bir kavram. Anlamı, Avrupa Devletleri yasalarının, daha çok çeviri yoluyla alınarak Osmanlı Devleti’nde yürürlüğe konması. Bu uygulama, Cumhuriyet dönemine kadar uzanır.

Geçen hafta konu, Zürih’te, bu kez Avrupa ölçeğinde masaya yatırıldı: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS)’nin Avrupa’da kabulü (“The reception of the ECHR in Europe”).

Türkiye’den İrlanda’ya, İspanya’dan Rusya Federasyonu’na kadar, Avrupa Konseyi (AK)’ne üye devletlerin İHAS’ı kabulü, 7 başlık altında test edildi: tarihsel bağlam ve gelişme, İHAS’ın iç hukuk düzenindeki yeri, ulusal çözüm yolları, İHAM yargısının gelişimi, kararlarının ulusal düzeyde etkisi ve yayımlanması…

Türkiye, AK’ye üye ve İHAS’a taraf ülkelerin eskilerinden. Hazırlanmasına dahi katıldığı Sözleşme’yi 4 Kasım 1950’de imzaladı. 18 Mayıs 1954’te onayladığı zaman, 10. sırada yer alıyordu. Şu anda AK’ye üye devletlerin 36’sının önünde.

Örneğin, Avrasya mekânında yer alan ülkelerin katılım süreci, 50 yıllık zaman aralığına yayılıyor. Ukrayna, 1995’te 38., Rusya ise 1996’da 39. üye olarak kabul ediliyor. Biz 2004’te İHAS’ın onayının 50. yılında bir “İnsan Hakları Kurultayı” ile İHAS’ın bilançosunu çıkarırken, onlar geçiş döneminin sancılarını yaşıyorlardı. Hatta Çeçenistan davaları, İH Sarayı koridorlarından geçip bir türlü Mahkeme önüne gelememişti.

Zürih’te üye devletler, komşu ülkeleri yan yana getiren karşılaştırmalı ulusal raporlar temelinde test edildi: Türkiye-Yunanistan, Fransa-Almanya, Ukrayna-Rusya, İtalya-İs-panya, İrlanda-Birleşik Krallık, İsviçre-Avus-turya gibi…

İHAS’ı kabul yönünden ilk üyelerle yenileri arasındaki açı büyük. Fakat “kabul testi”, eski üyelerin kendi aralarındaki farkları da sergiliyor. Örneğin, İtalya, İHAS’ta İspanya’ya göre daha eski, ancak mahkûmiyeti daha çok. İspanya’nın İH belgelerine anayasa-üstü bir değer vermesi, ayrıca bireylerin doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne ulaşabilmesi, bu ülkenin uyumunu pekiştiriyor. Almanya’nın Fransa’dan ileri olması ise, Anayasası’nda hak ve özgürlükler kategorisinin güçlü bir biçimde tanınıyor olması ve Anayasa Mahkemesi’nin -“anayasa şikâyeti” dahil- üstlendiği koruyucu işlevle açıklanıyor.

Sözleşme’nin ilk yarısında askerî darbelerle ortak kaderi paylaşan Yunanistan ve Türkiye’nin yolları, ikinci yarıda ayrılıyor. Yunanistan, mevcut kurumları güçlendirmek ve onlara yenilerini eklemek amacıyla 2001’de Anayasa-sı’nı değiştirirken; Türkiye, hukuk devletini onarım sürecinde anayasal yasakları ayıklamakla meşguldü. Kabul testlerinden biri olan İH öğretimi, komşumuz hukuk fakültelerinde mecburi ders iken, bizde ise darmadağın.

Kabul testinin ortaya çıkardığı görünüm ve Sözleşme’nin ikincil konumu ışığında alınması gereken ulusal önlemler de tartışıldı. Sözleşme ile ulusal hukuk arasındaki mesafe yapısal mı, hukuki düzenleme yokluğuna mı bağlı, yoksa zihniyete mi ilişkin? Bunlar belirlenmeye çalışıldı.

İH ortak mekânı, “Avrupa kamu düzeni” anlamında İHAS’la yaratıldığına göre, Sözleş-me’ye uyum ölçüsünde taraf devletler arasındaki farkın azalacağı açık. Eski devletler ile yenileri arasındaki mesafe, anlaşılır bir durum. Buna karşılık, Sözleşme’yi hazırlayanlar arasında yer almakla övünen Türkiye’yi Ukrayna yelpazesine kaydırma çabası, sindirilmesi kolay olmayan bir yaklaşım. İHAM’ın iş yükünün 15’ini ülkemizin oluşturduğunun farkında olsanız, hatta İHAS’ın 50. yılı sonrası İH’ye yönelik “karşı dalga”nın doğrudan muhatapları arasında yer alsanız da, kaydedilen ilerlemeleri öne çıkararak, Avrupa ile yaşanan etkileşim sürecini vurguluyorsunuz…

Acaba, Türkiye bunları hak ediyor mu? Temel sorun ne? Yapısal mı, mevzuat mı, zihniyet mi? Yönetilenler mi, yoksa yöneticiler mi? Yanıt için, bir haftalık süre uzun olmasa gerek…

Yoruma kapalı.