“Mahalli seçimlerde bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” sözleri, “Cumhurbaşkanı yardımcısı dahil bütün bakanlar milletvekili adayı olacak” (22 Mart) talimatını çağrıştırdı.
ÇİFTE SEÇİM
Önceki nasıl sonuçlandı?
–Kurul yok, ama toplu sevkiyat var: 2017’de Hükümet kaldırıldı; ama tek kişilik yürütme, “kolektif sevkiyat” iradesi ortaya koydu, ilgililerin bilgisi dışında. Nitekim, hastaneler ve oteller zincirleri olan iş insanı iki bakan, sevkiyata uymadı.
–Bakanlıktan TBMM üyeliğine: Oysa bakanlar da başka kamu görevlileri gibi ancak görevlerinden ayrılmaları kaydı ile aday olabilirdi.
Ne var ki, görevlerini sürdürdükleri gibi seçildikten sonra da TBMM’de -2. Tur sonrası- and içinceye dek bakanlık makamını ‘işgal’ etti. YSK kararı yanlıştı; ama 6’lı Masa paydaşı partiler de, gerekli tepkiyi göstermedikleri için 14 ve 28 Mayıs seçimleri, ‘Devlet seferberliği’ eşliğinde, Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) birleşmesini pekiştirdi. Böylece AKP, 3 Kasım 2002’de olduğu gibi beklediğinden daha yüksek sayıda vekil elde etti.( Kuşkusuz bunda CHP tercihlerinin de payı var…)
YEREL SEÇİMLER
Aslında parlamenter rejim uygulaması olduğu halde “kabine” adıyla yapılan fiili toplantılara bakanlar dışındaki bürokratlar da katılmakta. Şu halde, “sandık sevkiyatı” hepsi için geçerli ve çağrının amacı belli:
–Siyasal açıdan; yerel seçimler için de, “devletin bütün birimlerini iktidar partisi lehine seferber” etmenin amacı, “demokratik yerel yönetimler” e çökmek.
–Anayasal açıdan; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK -1) ile Anayasa’ya aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanan yerel yönetimler üzerinde 2. bir vesayet halkası oluşturuldu. AYM ise, aradan beş yıl geçtiği halde karar vermedi.
Bakanların seçim kampanyasına katılması, Anayasa’ya aykırı uygulama (kayyum) ve aykırı düzenleme (çifte vesayet) ötesi bir anlam taşıyor.
Şöyle ki; ‘Talimat’ yoluyla, her bakanlığın taşra teşkilatı, Cumhur ittifakı adayları için faaliyete geçirilir. Devlet’in insani, mali ve lojistik bütün olanakları, Ankara’dan Adana’ya İstanbul’dan Hatay’a, kendi adaylarının kazanması için seferber edilir. Depremler de, dün-bugün-yarın sürecinde ‘yaşamda kalma’ tehdidine dönüştürülür. K+P+D birleşmesinde ideolojik aygıt işlevi gören TRT ve RTÜK, yüzlerce TV kanalı eşliğinde Cumhur İttifakı’nı destekler. Diyanet İşleri Başkanı, kılıçla namaz kıldırır. Dahası, sahte video ve terör şantajı deneyiminden esinle resmi makamlar eliyle “yeni suç tipleri” devreye sokulur.
Bunlar ve daha birçok nedenle siyasal partiler, “bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” açıklamasına hemen siyasal ve hukuksal olarak tepki göstermeli.
Eğer şimdiden tepki verilmez ise, seçim kampanyasına katılım ötesinde belediye başkanlığına aday gösterilen bazı bakanlar, bakanlık koltuğundan kalkmadan başkanlık koltuğuna oturtulabilir.
Özetle; “Kabine üyeleri de sahaya inerse, bunun adı seçim olmaz, olsa olsa K+P+D birleşmesinin göstergesi olarak, kişi ve parti adaylarının devlet desteğiyle sandıktan çıkarılması olur.
‘GÖREV SUÇU’ DIŞINDA
2017 kurgusuna göre siyaset, CB tekelinde; siyaset dışına çıkarılan bakanların CB ile ortak karar alma yetkileri olmadığı gibi, TBMM’ye karşı hiçbir sorumluluğu yok. Ancak 400 vekilin oyu ile başlatılabilen bakanların Yüce Divan yargılaması, görev suçu ile sınırlı.
Bakanların görev alanı dışına çıkarak yerel seçim kampanyalarına katılması, görev dışı olduğu için doğrudan savcılıklara suç duyurusu yapılabilir.
Cumhur İttifakı dışındaki siyasal partiler, Anayasa’ya aykırı düzenlemelere ve “Devlet seferberliği”ne karşı hukuki ve siyasal araçlar eşliğinde bir “toplumsal seferberlik” başlatmalı. Yerel seçimlere yönelik Anayasa dışı uygulamalara seyirci kalmak, 14 ve 28 Mayıs benzeri hezimete şimdiden rıza göstermek anlamına gelir.
Böyle bir rıza, ‘demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ nde, ‘sandıktan çıkan monark’ın ‘yeşil totalitarizm koşusu’na seyirci kalmakla eşanlamlı.
İbrahim Ö. Kaboğlu (BirGün, 17 Ağustos 2023)