ÇATIŞMADAN BARIŞA, BASKIDAN DEMOKRASİYE

ÇATIŞMADAN BARIŞA, BASKIDAN DEMOKRASİYE…

Çatışmacı kültür, siyaset ve toplumu sarmalamış bulunuyor. Siyasal kültür çatışmacı, hak talebi de öyle… Sandıktan çıkan çoğunluk, demokratik muhalefeti bastırmak için “çatışmacı üslûbu” meşru görebiliyor. Kendini azınlık gören bir kesim için, “silâhlı çatışma”, hak elde etme yolunun meşru aracı. Gerçi, her iki alanın iç içe geçtiği durumlar istisnai değil: 2012’ye damgasını vuran insan haklarına ilişkin iki temel sorun, bunun göstergesi: Roboski (Uludere)’de 34 yurttaşın öldürülmesinin en üst düzeyde sorumlusu, Hükümet. İzleyen aylarda, Başbakan, sezaryenle doğum ve kürtajı, Uludere’dekinden vahim bir cinayet olarak niteledi…

Bir yılda, “toplu katliam” açıklığa kavuşturulamadı. Buna karşın, kürtaja ilişkin yasakçı düzenleme için birkaç hafta yetti. Yasal düzenlemenin yıldırım hızıyla gerçekleştirilmiş olması, sadece sayısal üstünlükle değil, kadın hakları mücadelesinin, Batı Avrupa toplumlarına göre zayıf kalmış olmasıyla da bağlantılı.

Güncel konuya gelirsek; “silâhların susması” amacıyla atılan adımlar, 2009’da “Kürt açılımı” yönteminden hayli farklı. Tıpkı, 2007’deki “sivil anayasa” girişimi ile 2011’deki “yeni anayasa” süreci arasında fark olduğu gibi. “Sivil anayasa” girişimi Başbakan, “Kürt açılım” ise İçişleri Bakanı tarafından yürütülüyordu.

Anayasa yazımına, en azından TBMM’de temsil edilen partilerin katılım gereği, aradan dört yıl geçtikten sonra kabullenildi. Kürt sorunu da, bir Türkiye sorunu olduğuna göre, bu yolda somut adımların, çok taraflı bir süreçle atılabileceği gerçeği, dördüncü yılında anlaşılabildi.

Her iki deneyim, AK Parti açısından şunu teyit etmiş oldu: sayısal üstünlük, karar alma mekanizması için önemli olsa da, demokrasi için yeterli değil.

Bu deneyim, çatışmacı siyasal uslûbun aşılması için yeterli olabilir mi? Olmadığı, iktidar ve ana muhalefet parti liderlerinin “kredi açma” pazarlığı ile ortaya çıkmış oldu. Acaba, amacı gölgeleyen bu tür sapmalar bir yana, yürütülecek çok yönlü çalışmalar, silahları ne ölçüde susturabilir? Bunu kestirmek zor, sorunun sınır aşan ve karmaşık boyutları nedeniyle…

Bu nedenle, konuya hak temelli yaklaşım tarzına dönersek, yanıtları, kısmen de olsa anayasal çözümde görmek mümkün. İki nedenle kısmen:

– İlki, sorunun uluslararası boyutları nedeniyle.

– İkincisi ise, sorunun anayasa-altı nedenleri olduğu için.

Ne demek anayasa-altı nedenler?

Hükümet girişimi, yasama ve yargı tasarrufları ile takviye edilmeli. Bu bakımdan, 4. Yargı paketi, 3. Paket gibi olmamalı. Balyoz davasında verilen karar ile 3. Yargı paketi yasası arasındaki ilişki görmezlikten gelinebilir mi? Özel yetkili mahkemeler, Yasa’nın geçici maddesiyle görevde. Darbenin gerçekleşmeme nedenini, bir kişinin ameliyatına bağlayan Mahkeme, onlarca subayı darbeye teşebbüsten mahkûm ederken, “darbe faaliyeti”nden haberdar olan GK Başkanı N. Özel’in ifadesine başvurma gereği bile duymuyor: hangi yargı kararı?

Anayasa-altı düzenlemeler, kuşkusuz ceza yasaları ile sınırlı değil. Demokrasi ve insan haklarına aykırı yasalar yelpazesine el atılmaz ise, “anayasal beklenti”, yine hayal kırıklığı yaratabilir.

Üstelik, anayasal çalışması da çok sorunlu. Mesela, yeni anayasadan çözmesi beklenen toplumsal kırılma halkalarından biri, yurttaşlık ise, diğeri laiklik.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yurttaşlık tanımında CHP’nin, 1924 Anayasası’nın gerisine düşmüş olması ile AKP’nin, din özgürlüğü üzerine 1982’nin gerisine düşmüş olması, “yeni” sıfatını gölgeleyici tavırlar, en azından şimdilik. ( Daha çok iktidar yönündeki dayatmalar da unutulmamalı…).

Sonuç: Silahlı çatışmaları sona erdirme yükümlülüğündeki Hükûmet, demokratik muhalefete yönelik baskılara son verme yönünde de adımlar atarsa, daha inandırıcı ve sonuç alıcı olabilir.

Yoruma kapalı.